9 Şubat 2025
NALAN YILMAZ
BİZİM ÇAĞ SORUYOR:
Yaşadığı kent/kasaba insanın yazarlığını/yaratıcılığını nasıl etkiler?

“Demokrasiyi kesintiye uğratan 12 Eylül darbesiyle başlayan ve gençliği apolitik olmaya iten süreç, yaşamın pek çok alanına olumsuz etki ettiği gibi sanatın ve edebiyatın da bir dönem suskunlaşmasına yol açmıştı. Dönemin kasvetinden kaçınmak için apolitizme kapılmadan, kitaplara sığınmak en iyi seçenekti.”
Kentler; toplumsal, sanatsal, kültürel örgütlenmelerin olduğu önemli yerleşim alanları. Küreselleşme, demografik yapı, üniversiteler, eğitim olanakları, sanayileşme, mevcut sosyoekonomik ilişkiler, farklı kültürel değerler, coğrafi konum gibi etmenler kaçınılmaz olarak şehre, damgasını vurur, bireyin üzerinde az ya da çok etkisini hissettirir. Kente dair oluşan hafıza; bu gibi etmenlerle değişir, dönüşür, gelişir.
Bu bağlamda tüm eğitim hayatımı tamamladığım Ankara’nın ve sonrasında yerleştiğim İzmir’in edebiyatla olan bağıma etkisi kaçınılmaz.
Başkentte yaşayan ve çok da seyahat etmemiş küçük bir çocuk olarak ortaokul yıllarıma kadar ülkemizin her tarafının yaşadığım şehir gibi olduğunu zannederdim. Ankara’nın dışına çıktığım ilk seyahatimde yolların bozukluğu, binaların bakımsızlığı, çatılardan gökyüzüne neden uzandığını anlayamadığım demir filizleri gibi görüntüler beni şaşırtmıştı. Çünkü başkentin herhangi bir sokağındaki herhangi bir arıza ya da sorun kısa zamanda onarılırdı. Şehrin kenar mahallerini de hiç görmediğim için ülkemizin her yerinin Ankara’nın göbeği gibi olduğunu zannederdim. Kültürel bakımdan donanımlı bir şehirde büyümüş olmak, başkentte ve siyasetin göbeğinde yaşamak insana farklı bakış açıları kazandırıyor, insanı geliştiriyor elbette ancak Ankara’nın dışına çıkmak, mümkünse ülkenin diğer bölgelerine de gitmek, farklı şehirleri görmek, tanımak şartıyla.
Demokrasiyi kesintiye uğratan 12 Eylül darbesiyle başlayan ve gençliği apolitik olmaya iten süreç, yaşamın pek çok alanına olumsuz etki ettiği gibi sanatın ve edebiyatın da bir dönem suskunlaşmasına yol açmıştı. Yirmili yaşlarının başında olan biri için yaşananlar oldukça ürkütücüydü ve dönemin kasvetinden kaçınmak için apolitizme kapılmadan, kitaplara sığınmak en iyi seçenekti. Ankara’da yaşadığım yıllarda hem resmi bir kurumda çalışıyor hem de Kamu Yönetimi Bölümünde okuyordum. Koşullarım, şehrin kültürel hayatına karışmama olanak sağlamasa da okumaya meraklı kişilerle yapılan sohbetler edebiyata olan ilgimi canlı tutuyordu. O yıllarda ufak tefek yazma çalışmaları yapıyor farklı kültürleri öğrenebileceğim kurgu ve kurgu dışı kitaplar okuyordum. Bir diğer önemli etken de öğretmenlerimin üzerimdeki etkisiydi (özellikle ortaokul edebiyat öğretmenimin). Tatillerde verilen kitap okuma ödevleri, darbenin düşün ve duygu dünyama etkileri, yarattığı değişim dönüşümler, tanıklıklarım, çevremizdeki dostlarımızın yaşadığı mağduriyetler ve daha pek çok şey duygularımı, düşüncelerimi kâğıda aktarma isteği yaratıyordu. Birkaç denemeden öteye geçmeyen bu arzunun elbette disipline edilmesi gerekiyordu.
Yaklaşık kırk yıldır İzmir’de yaşıyorum. Edebiyata olan merakım bu şehirde katlanarak ivme kazandı.
Hidayet Karakuş’un Konak Belediyesindeki işliğini duymuş, ona katılmıştım. İşten çıkıp toplu taşımayla ulaşmaya çalıştığım toplantıların ancak son saatine yetişebiliyordum. Benim gibi yazmayı okumayı seven insanlarla buluşmak, kısacık zaman dilimini edebiyatla geçirmek mutlu olmama yetiyordu. Zamanla şehrimizin bazı yazarlarıyla tanışma, sohbet etme olanağı yakaladım. Dinçer Sezgin, Atilla İlhan, Bahri Karaduman, Mehmet Sadık Kırımlı, Muzaffer İzgü, Yunus Bekir Yurdakul o günlerden birkaç isim.
İzmir’de dağarcığımı genişleten kültür faaliyetlerden biri de Konak Belediyesince düzenlenmiş olan Öykü Günleri’ydi. Selahattin Akçiçek Kültür Merkezinde yapılan ve şehrin kültür hayatına damgasını vuran etkinlikler uzun yıllar kesintisiz sürdü. Nursel Duruel, Füruzan, Leyla Erbil, Osman Şahin, Cemil Kavukçu, İnci Aral, Ayla Kutlu gibi yazarlar şehrimizin konuğu oldular. İki gün süren etkinliklerde, adını saydığım ve sayamadığım pek çok yazarlarla yüz yüze konuşma olanağını yakaladık. Ancak ülkemizdeki her güzel şey gibi bu etkinlik de alınan yanlış kararlara, kısır çekişmelere yenik düştü ve öykü günleri defteri kapandı. Bu durum, şehrin damarlarından birinin kesilmesi gibi bir etki yaratmıştı bende.
Yıllar boyu pek çok edebiyat dergisini takip etti, bazılarına yazılar gönderdim. Bunlardan biri, 2009 yılında yayın hayatına başlamış olan Kurşun Kalem Edebiyat Dergisi’ydi. İzmir’de yaşayan şair Mine Ömer editörlüğünde okurla buluşan dergide “Beyaz Karga” isimli köşede yazarken şiir, öykü, deneme olmak üzere birçok farklı türdeki yazınsal ürünlere yer verilen derginin yayın kuruluna davet edilmek, bana dergiciliğin kapılarını açmıştı. Bu meşakkatli yolda çalışmak yorucu olsa da kazandırdığı deneyim çok anlamlıydı. Önceleri iki ayda bir, daha sonra üç ayda bir çıkan dergi ne yazık ki bir süre sonra yayın hayatına son verdi.
İzmir’e dair bahsetmek isteyeceğim bir oluşum da Eksi 18 Edebiyat Topluluğu. İçinde olmaktan mutluluk duyduğum, çocuk edebiyatı alanında üretimleri olan topluluk, kendini şöyle tanımlıyor: “Eksi 18 Edebiyat Topluluğu; çocuk ve gençlik edebiyatını kendine mesele edinmiş yazar, çizer, editör ve adayları ile birlikte öğretmen, yayıncı, kitapçı, ebeveyn gibi çok farklı rollerdeki katılımcılarla bütüncül bir çerçeve oluşturarak 18 yaş altındaki bireyler için demokratik, yaratıcı ve kişilik gelişimine önem veren eserler üretmeyi amaç edinmiştir.
2013 yılında, eğitimci Yusuf Çağlayan tarafından kurulmuş Zikzak isimli Eğitim Danışmanlık Şirketinin bir faaliyeti olan çocuk edebiyatı atölyeleri, eğitimci yazar Nevzat Süer Sezgin rehberliğinde düzenlenmektedir.”
Pek çok genç üyesi olan topluluğa her geçen gün yeni üyeler eklenmekte. Üyeler, çocuğun üstün yararını gözeten, onun hassas dünyasına ve ihtiyaçlarına odaklanarak birçok genel ve dönemsel konularda derleme kitaplar üretti ve üretmeye devam ediyor. Bu grubun bir de çocuklar için hazırladığı, ailelerin, öğretmenlerin çocuklarına güvenle önerebileceği dijital bir dergisi var. Adı “Kıpırtı Çocuk”. Benim de ara ara yazılarımı yolladığım neşeli, eğitici, ufuk açıcı bir dergi.
Bir de Vefa İstasyonu isimli bir grup var ki ondan bahsetmezsem vefasızlık etmiş olurum. Kısa bir süre destek vermeye çalıştığım, deneyimlerinden faydalandığım Vefa İstasyonu engin hoşgörüleriyle, gönüllü çabalarıyla bugüne kadar onlarca etkinlik yapmış bir topluluk.
2014’den bu yana, zaman zaman üye değişiklikleri olsa da grup çalışmalarına devam ediyor. Osman Akbaşak, Bahri Karaduman, Ferhat İşlek, Yunus Bekir Yurdakul, Muhittin Bilgin, Oğuz Tümbaş, Eşref Karadağ, Hayri Oğuz, Gülşen Ersan ve Zübeyde Fırat’ın katkılarıyla çalışmalarını sürdüren Vefa İstasyonu, Facebook sayfasında şu cümlelerle tanıtılıyor: “Edebiyatımızda Vefa İstasyonu, yazınımıza emek vermiş şair ve yazarları konuk ederek onları okurla buluşturmak, kitaplarını yeniden gündeme taşımak, onların birikimlerini genç kuşaklara aktarmak için çaba gösterir. Ayrıca yazın sanatına gönül verenler arasında sevgi, barış, dostluk, dayanışma bağlarını güçlendirmeyi; kent kültürüne katkı yapmayı da amaç olarak görür.”
Vefa İstasyonu, konuk ettiği yazarları evlerinde ziyaret ederek çalışma odalarında ve günlük yaşam alanlarında video kayıtları yaparak onlar hakkında bir de mini belgesel hazırlamakta. Sadece bu belgesel çalışmalar bile edebiyat tarihimize önemli bir katkıdır diye düşünüyorum. Dilerim grubun çalışmaları kesintisiz devam eder.
Kendi yolculuğumun belli başlı adımlarını yazmaya çalıştım. Beni geçmiş yıllara götüren güzel konu için Bizim Çağ Edebiyat’a teşekkür ederim.
.