Duvardaki Tüfek

28 Ağustos 2023
TOPRAK IŞIK

Yazarken aklınıza gelen her ayrıntıyı kâgıda  döküp  peşinden gitmeniz, sizi nereye çıkacağı hiç belli olmayan bir labirentin içine düşürebilir. Ne geriye dönebilirsiniz ne de ileri gidebilirsiniz.

İnsanın nereden başlayacağını ve nereye varacağını bilerek öykü yazması güvenlidir. İçinde biraz şımarıklık da barındıran “yaratma sancısı”nı en aza  indirir.  Oysa pek çok yazar  yaratma sürecinin, bir şoförün elinde haritayla verilen adrese gitmesinden epey farklı olduğunu doğrulayacaktır. Okur, öyküsünü bitirmek için sanatçıya masasının başına oturana kadar zaman tanır. Genelde inanılan, bitmiş eseri kaydetmek için kalemin ele alındığı. Kaleme yapılan saygısızlık bir yana, bu yanlış kanı, yazmayı amaçlayanların yol almasını engelleyen ciddi bir tuzaktır. 

Parkta, dökülen  yaprakları seyrederek  yürüyen düşünceli bir adamın o an kafasında güzel bir sonbahar öyküsünü baştan sona kurup bitirmesi kulağa ne hoş gelir. Sanatçı dostumuz evine dönecek ve bir çırpıda  öyküsünü kaydedecek.

Kalem asla bir kayıt aracı değildir. İşin ciddi bir kısmı o eldeyken yapılır. Güzel bir sonbahar öyküsü yazmak istiyorsanız, elbette kışa hazırlanan  doğanın size söyleyeceği çok şey vardır. Elinize kalemi almadan önce kurumuş yapraklar üzerinde yürümek muhakkak faydalı olacaktır.  Gökyüzünde güneşe doğru uçan kuş sürülerini ve onların göçemeyen hasta arkadaşlarını da mutlaka görün. Parkta küçük torunuyla yürüyüşe çıkmış yaşlı kadını seyredin. Rengini kaybetmiş bir çiçeğe yakından bakın. Hepsi size öykünüzde kullanabileceğiniz farklı ayrıntılar sunacaktır. Yine de siz masalınızı kalemi elinize aldıktan sonra anlatmaya başlayacaksınız. Söyleyecekleriniz sözcük sözcük ezberinizdeyse demek ki kalemi çok sıkı tutuyor ve yaratmanın gerektirdiği özgürlüğü ona vermiyorsunuz. 

Yazarken başlangıçta akılda olmayan ayrıntıları metne serpiştirmekten kaçınmamalı. Bunlardan bir kısmı kurguya renk ya da sağlamlık  kazandıracak biçimde ileride bir yerlerde kullanılabilir. Uçu boşta kalanlar ise yani o ilk sahnede gösterildiği halde patlamayan meşhur tabancalar, daha sonra asılı oldukları duvarlardan alınıp atılabilirler. Öykünün son cümlesi yazıldıktan sonra başa dönülüp üzerinde oynanabilir nasılsa.

Herhangi bir sahnede, herhangi bir duvara canınız dededen kalma tüfeği asmak istiyorsa korkmadan asın. Bununla ben ileride kimi vuracağım diye düşünmeyin. Kendinizi o tüfeği kullanmaya mecbur hissedip durduk yerde katil de yaratmayın. Kurgu normal akışıyla ilerlemeli ve öykünün ayrıntıları hep aklın bir tarafında tutulmalı. Öykünün kendi doğal koşullarında tüfeğe uzanan bir el çıkarsa duvardan alıp verirsiniz onu. Çıkmazsa da öykünüzü yazdıktan sonra tekrar üzerinden geçerken alıp atarsınız işe yaramaz dede yadigârını ve bir daha da kimseye bahsetmezsiniz ondan. Nasılsa tek hamlede kusursuz öykü yaratmak diye bir zorunluluk yok. Zorunluluk bir yana, belki buna olanak da yok.

Kalemi serbest bırakmak ne kadar gerekliyse onu bir miktar sıkmak da o kadar gerekli. Hani o meşhur örnekteki gibi: Kuşu elinizde çok sıkarsanız öldürürsünüz, çok gevşek bırakırsanız kaçar gider. Yazarken aklınıza gelen her ayrıntıyı kâgıda  döküp  peşinden gitmeniz, sizi nereye çıkacağı hiç belli olmayan bir labirentin içine düşürebilir. Ne geriye dönebilirsiniz ne de ileri gidebilirsiniz.

Belki de en mantıklısı, çok kaba da olsa ilk cümleden itibaren bir kılavuz kullanmaktır. Sonbahardayım, doğayı seyrediyorum ve hüzünleniyorum. İlk kılavuz: Ben bu öyküde hüznü anlatacağım. Bana bu duyguyu hissettiren içinde bulunduğum mevsim. Öyleyse seçtiğim duyguyu vermek için fon olarak sonbaharı kullanacağım. Hüzün için başka fonlar da seçebilirdik, hatta daha iyi de olurdu çünkü sonbahar bu konuda orijinalliğini çoktan kaybetmiştir. Şu an gerçekten bir öykü yazmadığımızdan, sadece yazdığımızı hayal ettiğimizden boşverelim daha orijinalini aramaya. Şimdi doğayı anlatıyorum. Sararmış yaprakları, göçen kuşları, göçemeyen kuşları, yaşlı bir kadını, küçük bir kızı ve renkleri solmuş bir çiçeği. Hüzün nereden gelecek henüz bilmiyorum.

Gökyüzündeki sürüden bir kuş kopup küçük kızın önüne düşecek. Kız ölüme konduğunu bilmeden sevinçle eline alacak onu. Hayatın başında ve sonundaki iki insan, anneanne ile torun, yolunu bitirememiş kuşu eve götürürlerken çok farklı  duygular hissedecekler. Biz kuşla birlikte onların kişisel yaşantılarına gideceğiz. Özellikle de anneanneninkine. Çünkü onunkinde  hüzün bulma şansımız daha yüksek. Sonra ne mi olacak? Bunu  işte yazarken göreceğiz. Belki kuş ölecek ve çocuk yaşadığı büyük sevinçten ilk büyük acısının ortasına düşecek.

Sonbahar, küçük kız, anneanne ve göçemeyen kuşun rol aldığı sayısız çeşitlikteki öykülerden birini yakalamayı başaracağız ya da başaramayacağız. Yazmak, ikinci olasılığın gölgesine katlanabilme gücüyle mümkündür ancak.


Kaynak:
Toprak Işık, Sıradana Övgü, Delidolu, 5. Baskı, 2020, s. 92-94.