Dul Kadın Su Kabını Ağzı Öne Gelecek Şekilde Mezarın Üstüne Bırakıyorsa Bilin ki İlgi İstiyordur

14 Haziran 2025
AYGÜL AYDOĞDU

Kültürel bir ritüelin parçası olan dul bir kadının su kabını ağzı öne gelecek şekilde mezarın üstüne bırakması; ilgi, yas tutma biçimi, aidiyet, ortak belleğe sahip olan bireylerin geçmişle ve toplumla kurdukları bağ gibi birçok ileti taşıyor. 

Uzun ve ironİk adıyla ilk bakışta şaşırtan bir kitap, Dul Kadın Su Kabını Ağzı Öne Gelecek Şekilde Mezarın Üstüne Bırakıyorsa Bilin Ki İlgi İstiyordur. Aslında adının uyandırdığı meraktan çok daha fazlasını taşıyor içinde: sürgün, göç, sınıfsal farklılıklar, parçalanmışlık, vatan ve vatansızlık,  insanın varoluş ve özgürlükle olan can yakıcı ilişkisi, kadının görünür olma savaşımı, insanı soluksuz bırakan vahşi kapitalizm…

Kitabın yazarı Sasa Stanısıc 1978’de o sıralar Yugoslavya’nın bir parçası olan Bosna-Hersek’te doğmuş. Daha sonra ülkesinin parçalanmasına yol açan iç savaş başlayınca 1992 yılında ailesi ile birlikte Almanya’ya iltica etmiş. Orada Slav Dilleri ve Edebiyatı öğrenimi görmüş.

Kitap 2025’te İletişim Yayınları tarafından basılmış. Türü açıkça belirtilmemiş ama parçalanmış bir romanın parçalarını andıran öykülerden oluşuyor. Bu nedenle olsa gerek yazar öykülerin sırasıyla okunmasını rica ediyor.

Dul Kadın Su Kabını Ağzı Öne Gelecek Şekilde Mezarın Üstüne Bırakıyorsa Bilin ki İlgi İstiyordur, aslında düşle gerçeğin, görünenle görünmeyenin, geçmişle geleceğin, bütünle parçanın, umutla umutsuzluğun, toplumsal travmalarla bireysel travmaların kesiştiği bir kitap.

Yazarın ülkesi dini, etnik, politik nedenlerle  çıkan ya da çıkarılan iç savaşla yedi parçaya bölününce ister istemez karakterlerinin de bireysel ve toplumsal belleği, aidiyet duygusu, geçmişleri de paramparça oluyor ve onlar da kurgulayıcıları gibi bir dilden ötekine, bir kültürden başka bir kültüre, başka bir kimliğe savruluyorlar. Kuşaktan kuşağa aktarılması kaçınılmaz olan travmalarına çözüm bulma çabaları da zihinlerinde sonu gelmeyen sorulara dönüşüyor; başka bir yere kaçmak özgürlük müdür, gerçekten başka bir yaşam mümkün mü, vatan nedir, ben kimim, nereye aitim? Belki de bu nedenle yazar anılarını kurgularla yapıştırıyor. 

Stanısıc, sadece göçmenlerin, sürgünlerin, dışlanmışların öyküsünü anlatmıyor, aynı zamanda bireyin içinde kalan yaşanamamış hayatları, dile getirilememiş istekleri, görünmez valizleri, konuşulmamış cümleleri de görünür kılıyor. 

Aslında hepimiz bu parçalanmış romanın sayfalarında birer öyküye dönüşüyoruz. Yazar, savrulan hayatları kalemiyle birleştirmeye çabalarken Almanya’ya göç etmiş Kale Köylü Dilek’in iç sızlatan özlemini de Nazım Hikmet’in sürgün sesini de 1831 yılında Almanya’daki siyasi baskılardan kaçıp Paris’e yerleşen şair ve yazar Heinrich Heine’nin şiire bürünmüş yalnızlığını da duyuyor, duyuruyor.  Bütün bunların sonunda bir de bakıyoruz ki hak olan yaşam ve özgürlük yüke dönüşmüş. Kitabı bitirdiğinizde sizin de birçok parçanızın sayfalar arasında dağılıp sözcüklere, hüzünlere, metaforlara, gizlenmiş olduğunun ayırdına varıyorsunuz. Sanki sizin hikayeniz sizden habersiz bir yerlerde yaşanıyormuş gibi.    

Sasa Stanısıc, ormanı anlatırken kalemini büyütece dönüştürebilme gücünden yararlanarak ağacın kalın kabuklarının altındaki yaraları da göstermekte ne denli incelikli bir yazar olduğunu ortaya koyuyor. Öykülerin karakterleri onları sürükleyip götüren hayata boyun eğmekle bu akıntıya direnmek arasında gidip geliyor. Ancak yazar  onların hikayelerini sadece bireysel bir zemine oturtmuyor, tam tersine her birini ortak bir geçmişin, politik bir iklimin, ekonomik baskıların bir sonucu olarak kurguluyor ve her biri farklı nedenlerle parçalanmış ama aynı arayışla bir araya getirilmiş bu kişisel öyküleri bütünlükle birbirine bağlıyor.  

Kitapta bireyin var olmaya çalıştığı sistem de derinlikli bir ironiyle sorgulanıyor. Kapitalizmin görünmeyen elini boğazında hisseden insanın  rakama, istatistiğe ya da üretim-tüketim ilişkisine indirgenmesi, sıkışan dünyada tabutluk denilen yerde soluk almaya çalışması, sistemin biçimlendirdiği hayattan kaçma çabası, “Keşke hayatın bir deneme kabini olsaydı da geleceği önceden prova etmek mümkün olsaydı” dedirtiyor ve bunu bulmanın yollarını aratıyor insana.

Dul Kadın Su Kabını Ağzı Öne Gelecek Şekilde Mezarın Üstüne Bırakıyorsa Bilin ki İlgi İstiyordur‘un en güçlü yönlerinden biri de dili. Hüzünle mizah arasında kurulan sağlam denge sizi kitaba bağlıyor. Kurgunun hem gerçekçi hem düşsel yapısı  anlatının diline yansıyor ve ortaya ironik, şiirsel, hüznü de mizahı da dengeli bir dil çıkıyor. 

Kültürel bir ritüelin parçası olan dul bir kadının su kabını ağzı öne gelecek şekilde mezarın üstüne bırakması; ilgi, yas tutma biçimi, aidiyet, ortak belleğe sahip olan bireylerin geçmişle ve toplumla kurdukları bağ gibi birçok ileti taşıyor. 

Ülkesi gibi kollektif  belleği de parçalanan Stanısıc belki de bize küçük eylemlerin büyük anlamlar taşıyabileceğini anımsatmak istiyordur. Okuyucu da bunu anımsamaya ne kadar gereksinim duyduğunu kitabı okuyunca anlayacaktır.


Sasa Stanısıc, Dul Kadın Su Kabını Ağzı Öne Gelecek Şekilde Mezarın Üstüne Bırakıyorsa Bilin ki İlgi İstiyordur, Çeviren: Gülçin Wilhelm ,İletişim Yayınları, Mayıs 2025, 216 sayfa.

.