13 Ağustos 2023
Söyleşi: Münire Çalışkan Tuğ

Ayla Burçin Kahraman:
“Yazarken şaşıran değil okurken şaşırtan biriyim galiba.”
Münire Çalışkan Tuğ: Sevgili Ayla Burçin Kahraman, kitabınız Onuncu Ay dünyanın başımıza yıkıldığı, tonlarca betonun altında yardım çığlıkları attığımız 6 Şubat 2023 Pazartesi günü elime ulaştı. Siz de depremde yakınlarınızı kaybettiniz. Öncelikle başsağlığı diliyorum. O süreçte Onuncu Ay’dan her gün bir öykü okuyarak acılarınıza ortak olmaya çalıştım. Bir teselli aradım sayfalar arasında, okudukça satır satır kanadı içimdeki yara. Acılarla baş etmek, yaralarımızı iyileştirmek, sağalmak, hayata yeniden tutunabilmek için sığınabileceğimiz bir liman, başarmak istediklerimiz için güç biriktirdiğimiz bir mevzidir edebiyat. O halde bu güvenli alana dönüp oradan devam edelim. Okurlarınızın sizi daha yakından tanıması için kendinizden ve yazma yolculuğunuzdan, Onuncu Ay’ın ete kemiğe bürünme ve bize ulaşma sürecinden söz eder misiniz?
Ayla Burçin Kahraman: Merhaba, öncelikle çok teşekkür ederim. 6 Şubat sabahı ben de herkes gibi kapkara bir güne uyandım. Yıkıntıların arasında kalan yalnız akrabalarım ya da sevdiğim insanlar değildi. Çocukluğumu, gençliğimi, bütün geçmişimi kaybettim ben. Kitaplarımı getiren kargo görevlisi kapımı çaldığında böylesi büyük bir üzüntünün içindeydim. Kargo paketi kaç gün durdu kapının arkasında inanın bilmiyorum. Açamadım. Onca yıkıntının arasında içimde filizlenecek sevinci yakıştıramadım belki kendime. Yüzümde istemsiz oluşacak bir tebessümden utandım. Nihayet bir sabah uyandığımda okuma yazmanın benim için sağaltıcı güç olduğunu hatırladım ve ertelediğim mutluluğumu buruk da olsa yaşayabildim.
Onuncu Ay’ın ete kemiğe bürünme süreci diğer kitaplardan farklı değil. Yazmaya başlayan herkesin kurduğu o hayali ben de kurdum. Yazdıklarım iki kapak arasına girsin, okurla buluşsun, beğenilsin istedim. Okuyarak ve öykü yazıp biriktirerek, bu arada takip ettiğim dergilere öykülerimi göndererek dosya hazırlama sürecimi tamamladım. Sonrası dosyayı yayınevine yollayıp bekleme… Onuncu Ay işte bu şekilde oluştu.
M. Ç. T: Bir hikâye size nasıl, nereden gelir? Onlar mı sizi bulur, siz mi onları arasınız? Anlatılacak binlerce hikâye varken neden bir tanesi diğerlerine fark atıp öne geçer, sizi masaya oturtur ve kendini yazdırır? Seçtiğiniz o hikâye kendi anlatısının ötesinde bir anlam mı taşır sizin için?
“Yazma merakı, bakmanın bir adım ötesine taşıyor insanı. Yazarak bir yerlere gelmeyi kafanıza koymuşsanız baktığınız her yerde daha önce fark etmediğiniz pek çok hikâyeyi görmeye başlıyorsunuz.“
A. B. K: “İnsanlar hikâyelerden oluşur ve dünya bir hikâyeler toplamıdır,” der Necip Tosun. Yazma merakı, bakmanın bir adım ötesine taşıyor insanı. Yazarak bir yerlere gelmeyi kafanıza koymuşsanız baktığınız her yerde daha önce fark etmediğiniz pek çok hikâyeyi görmeye başlıyorsunuz. Televizyonda bir haber dönüyor, içindeki hikâyeyi cımbızlıyorsunuz mesela. Bir arkadaşınız başından geçen bir olayı anlatırken siz devamını zihninizde farklı bir biçimde tamamlıyorsunuz. Bu yolda yürümeye gerçekten karar verdikten sonra hikâyeler sizi bir şekilde buluyor kısacası. Peki, bunlardan hangisi kendini yazdırıyor ya da ben bunlardan hangisini yazacağıma nasıl karar veriyorum? Hangisi beni daha çok heyecanlandırıyor, rahatsız ediyor, derinlerimde kalmış bir kabuğu kanırtıyorsa diğerlerine fark atmış oluyor ve beni masanın başına oturtuyor. Her ayrıntısını düşünüp ince ince hesapladığım hikâyem, kâğıda düştükten hatta okurla buluştuktan sonra kendi anlatısının çok ötesinde anlamlar taşıyor benim için evet. Çünkü küçük bir sahneyle okura gösterdiğim kesit öykü karakterlerini aşıp metni okuyan, empati kuran, içinde kendinden bir şeyler bulan bütün okurları simgelemeye başlıyor.
M. Ç.T: “Merak, büyük bir güçtür. Onu elden bırakmayın. Bir öykü ya da bir bölüm yazarken durumun ve karakterlerinizin motivasyonlarının hâkimiyetini elinizde tutun ama kurgudaki sürpriz gelişmelere şaşırmaya da devam edin,” der Etgar Keret. Katılır mısınız bu düşünceye? Uçarı, ele avuca sığmayan, kontrol etmekte zorluk çektiğiniz, size sürprizler yaşatan uçarı karakterleriniz oldu mu?
A. B. K: Aslında olmadı. Kahramanlarıma karşı otoriter bir tutumum vardır. Bunu şöyle açıklayabilirim sanırım. Öykülerini kâğıda geçirmeden evvel zihninde uzun süre taşıyan yazarlardanım ben. Hikâyenin her aşamasını tasarlayıp bir zincir halkası gibi birbirine geçirmeden masaya oturamıyorum. Hâl böyle olunca karakterlerimin neleri yapıp neleri yapamayacaklarının bilincinde oluyorum, hâkimiyet sürekli bende oluyor ve kontrolü hiç kaybetmiyorum. Merak unsurunun öykünün değerli bir taşı olduğunu elbette biliyorum ve metinlerimde bu taşı doğru şekilde kullanmaya dikkat ediyorum. Hikâyemin seyrindeki sürpriz değişikliklerin ne olacağını bilerek yazsam da bunu okura öncesinde –olabildiğince- açık açık göstermek yerine sezdirmeye çalışıyorum. Yazarken şaşıran değil okurken şaşırtan biriyim galiba.
M. Ç. T: Sizi ben kitabınızdan önce, aldığınız ödüllerle tanıdım. Bu ödüllü öykülerinizden bazıları Onuncu Ay’da yerini aldı. Yarışmalar, alınan ödüller sizin motivasyonunuzu nasıl etkiledi? Kitabınızın basılması sürecinde katkısı oldu mu?
“Okurluğumun yazarlığımdan çok eski zamanlara dayanmasından hareketle okura çok güveniyorum ve ona bir nevi ortaklık teklif ediyorum.”
A. B. K: Ödüllerin dosya yayımlatma sürecindeki etkileri konusunda farklı görüşler var, siz de bilirsiniz. Yayınevinden olur almış bir dosyanın başarısı kimilerine göre sağlam bir özgeçmişe, kimilerine göre de öykülerdeki sıkı kurgulara bağlıdır. Bu konuda editörlerin çalışma prensibi nedir inanın bilmiyorum ama ödülleri hem motivasyon artırıcı bir güç hem de güzel dostlar edinme fırsatı olarak görüyorum ben. Yazamıyorum, yazdıklarım bir şeye benzemiyor, en iyisi bırakayım ben bu işleri dediğim zamanların sonunda aldığım yarışma derecesi haberleriyle ayaklarım yerden kesildi, kendime olan inancım tazelendi defalarca. Bunların yanında ödül törenleri, kutlama mesajları gibi çeşitli vesilelerle pek çok güzel insan girdi hayatıma ve çok uzun yıllar sürmesini dilediğim dostluklarımın temeli atıldı. Bütün bunları düşününce yarışmaların ve aldığım ödüllerin benim için de çok anlamlı olduğunu söyleyebilirim.
M. Ç. T: Bazı öykülerinizde sezdirmeleri yaptıktan sonra kesin kapanışı okura bırakıyorsunuz. 7 Nokta 1 ve Onuncu Ay açık sonla bitirilen öykülerinizden. Bunu yaparken okurun düş dünyasını harekete geçirip onu öyküye dâhil etmeyi mi düşünüyorsunuz?
A. B. K: Evet, yapmak istediğim tam olarak bu. Önceki sorunun cevabında belirttiğim gibi kâğıda daha geçirmemişken hikâyelerimin her aşamasını en ince ayrıntısına kadar bildiğim hâlde finalleri muğlak bırakarak yazma sürecime okuru dâhil etmeyi amaçlıyorum. Okurluğumun yazarlığımdan çok eski zamanlara dayanmasından hareketle, okura çok güveniyorum ve ona bir nevi ortaklık teklif ediyorum. Yalnız finalde değil finale gelinceye kadar pek çok yerde pek çok kapıyı bilinçli olarak yarı aralık bırakıyorum. Çünkü okurun öykü boyunca bu kapılardan başını uzatarak nasıl ustaca iz süreceğini biliyorum. Bu izler doğrultusunda benim kafamdaki finali yakalayan okurlarım da oluyor, öyküyü benim aklıma gelmeyen bambaşka bir şekilde tamamlayanlar da. İşte bu hareket özgürlüğü öyküyle okur arasındaki bağı kuvvetlendiriyor, diye düşünüyorum. Bu şekil bir yazma-okuma etkinliği sonunda her okurun kendi ön yaşantılarının etkisiyle şekillendirip farklı farklı sonlarla tamamladığı bambaşka metinler çıkıyor ortaya. Metinlerim çoğalmış oluyor. Tek bir öykümden, farklı finallerle hatırlanacak onlarca öykü türediğini görmek beni mutlu ediyor.
M. Ç. T: Bazı karakterleriniz çok gözü kara, kendilerine yapılanı sineye çekmiyor. Gaip’teki Hurinur, Issız Tarlada Bir Siyeç’te Zeliha ve 7 Nokta 1’in kuaför çırağı Ayten bunlardan en dikkat çekici olanları. Karakterlerinizi böylesine cesur kararlar almaya ve kendi yöntemleriyle kestikleri cezaları uygulamaya iten nedenler için neler söylersiniz? Adaletin olmadığı, iş yasalarının uygulanmadığı, ataerkil bir toplumda kocanın “ya kusur bendeyse” korkusu mu kadınları böyle güçlü yapıyor?
A. B. K: İnsanların farklı farklı kimlikler barındıklarına inanıyorum. Hepimiz birer matruşkayız aslında. Sırası gelince gün yüzüne çıkmayı bekleyen ve içinde bulunduğu her koşulla baş edebilecek “ben”lerimiz var. Yeri geldiğinde bambaşka birine dönüşen, nefret ettiklerini zamanla sevebilen, onsuz olmaz dediği ne varsa yeri geldiğinde vazgeçebilen. İki, üç, dört belki onlarca “ben”. Öykülerinizin sonları şaşırtıcı diyor ya herkes, okuru şaşırtan aslında öykülerimin finallerindeki beklemediğiniz sonlar değil karakterlerimin içlerinde taşıdıkları ve belki varlığından kendilerinin bile haberdar olmadıkları diğer kimliklerinin ortaya çıkış anlarını görmek. Kapana sıkışmış insanın gözünü nasıl da her şeyi yapabilecek kadar karartabildiğine şahit olmak.
M. Ç. T: Öykülerinizde ilgimi çeken özelliklerden biri de kahramanlarınızın dönüşümü. Bulundukları yerden, düşünceden, konumdan daha iyi konumlara geliyor, pasiflikten aktif olmaya evriliyorlar. Onlardaki bu dönüşüm empati yoluyla okuru da olumlu etkiler, onda başarabilme, değişme, dönüşme, ayakta kalabilme, düştüğü yerden kalkıp devam etme duygusu yaratabilir. Kahramanlarınızdaki dönüşüm bilinçli bir seçim mi?
A. B. K: Öykülerimle okura bir şeyler fark ettirme, herhangi bir bilinç oluşturma, başarma duygusu yaratma veya aydınlanma anı yakalama gibi hedeflerim yok. Benim kabul ettiğim yazarlık anlayışının böyle bir misyonu da yok açıkçası. Bu öykünün sonunda kahramanımı dönüştürmeliyim, bunu da okura göstermeliyim kaygısı beni aşağı çeker. Bu görev bilinci elimin üstüne oturarak yazmama engel olur. Duygularımı harekete geçiren, bunu yazmalıyım dedirten hikâyeyi bulmuşsam bir ana fikir belirleme veya matematiksel bir formül uygulama çabasına düşmem. Aklımdakileri sözcüklerle olan samimiyetimi kullanarak anlatabileceğim en estetik şekliyle yazar, geçerim. Bundan sonrası okura kalır.
M. Ç. T: Okumak, edebiyatla iç içe olmak sadece okuru etkileyen, onu değiştirip dönüştüren bir uğraş değildir, yazarı da dönüştürür, diye düşünüyorum. Öykü yazmadan önceki Ayla Burçin Kahraman ile sonraki arasında bu anlamda nasıl bir fark var, diye sorsam…
A. B. K: Yazma alışkanlığımı, belirtileri belirli aralıklara şiddetlenip azalan kronik bir hastalık hâli olarak tanımlıyorum ben. Öykü yazmadan önceki Ayla ile şu anki Ayla çok farklı. Bambaşka birine dönüştüm. Okuldan gelip mutfağa girdiğinde yaptığı yemeklerle mutlu olan biriydim eskiden. Zihnimde gezdirdiğim bir öykü fikrim yoksa mutsuz oluyorum şimdi. Zamanın hızına yetişemiyor, çok önemli bir işi yapamıyormuşum gibi hissediyorum. Huzursuzluğum özel hayatıma yansıyor. Hiçbir şey yapmak istemiyorum, ailemle veya arkadaşlarımla yapacağım etkinlikleri erteliyorum. Keyifsiz, huysuz, çekilmez bir insan oluyorum. Bu yazma işlerinin bana göre olmadığına karar veriyorum. Tam da böyle bir zamana denk geliyor hayatın bir yerinden yakaladığım hikâyeyi fark edişim. Bu sefer de zihnimde kendini bir şekilde var eden bu hikâyenin yeterli olgunluğa erişip kâğıda geçiş noktasına gelme sıkıntıları başlıyor. İşler iyice karışıyor bu aşamada. Yeni öykü sevinci, farklı karakterlerle tanışma heyecanı, yazabilir miyim telaşı, ya yazamazsam korkusu, son noktayı koyduktan sonraki, oldu mu acaba, kaygısı.
M. Ç. T: Öykülerinizdeki karakterler çoğunlukla kadınlar. Kocasından şiddet gören, tecavüze uğrayan, ev içi yaşlı ve hasta bakımını üstlenmek zorunda kalan, çalıştığı yerde mobinge, hakarete uğrayan, aldatan, aldatılan, bakımlı, süslü, albenili ise orospu muamelesi gören… Öykülerinizde kadın karakterleri daha çok tercih etmenizin nedeni nedir, diye sorsam. Hem okur, hem yazar olarak kadın ve edebiyat ilişkisi üzerine neler söylemek istersiniz?
“Mesleğim gereği bulunduğum Anadolu’nun pek çok yerinde karşıma çıkmış, omuzlarındaki her türlü tahakküme bir çeşit varoluş savaşı vererek sosyal hayatta kendilerine yer bulmaya çalışan kadınların hikâyelerine olan tanıklıklarım, kalemimden taşan öykülerin beslendiği en önemli kaynak sanırım.“
A. B. K: Öykü konularımı seçerken de dosya hazırlama sürecimde de karakterleri özellikle kadınlardan seçme düşüncem olmadı. Öyküler dosyaya girdikten hatta yayınevi tarafından kabul edildikten çok sonra fark ettim kadınları odak alan hikâyeler üzerinde yoğunlaşmış olduğumu. Hatta öykülerimin dip akıntılarında meselemin “annelik” olduğunu bana kitap çıktıktan sonra okuyanlar fark ettirdi. Bir yazarın yazdıklarına şekil veren etmenlerin başında yaşadığı coğrafya, içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik şartlar hatta ön yaşantıları gelir. Kadın olmam ve hayatımın odak noktasına anneliğimi yerleştirmiş olmam da bu konuda etkili olmuştur elbette. Ancak mesleğim gereği bulunduğum Anadolu’nun pek çok yerinde karşıma çıkmış, omuzlarındaki her türlü tahakküme bir çeşit varoluş savaşı vererek sosyal hayatta kendilerine yer bulmaya çalışan kadınların hikâyelerine olan tanıklıklarım, kalemimden taşan öykülerin beslendiği en önemli kaynak sanırım.
M. Ç. T: Ayla Burçin Kahraman’ın başucu kitapları nelerdir? Kimleri okur, okurlarına hangi kitapları önerir?
A. B. K: Öykü meraklısı olduğum kadar sıkı bir roman okuruyumdur. Okuma rutininim günde iki öykü, kalan zamanda roman olarak sabitlenmiştir. Masamdan kaldırmadığım öykü kitaplarının başında Ferit Edgü’nün Leş’i gelir ve neredeyse her gün bir kere sayfalarını karıştırırım. Öykü özleme huyum vardır ve Oğuz Atay’ın “Unutulan” öyküsünü sıklıkla özlerim, özledikçe açar okurum ve her defasında ilk kez okuyormuş gibi hayran olurum. Bunların yanında en sevdiğim öykücülerin başına Füruzan’ı eklerim, her söyleşimde Ayfer Tunç’tan bahsetmesem rahat edemem.
M. Ç. T: Neredeyse her söyleşide yer alan geleneksel soruyu da sorarak bitirelim söyleşimizi? Ayla Burçin Kahraman’ın çalışma masasında neler var? Neler okuyacağız ilerleyen süreçte sizden?
A. B. K: Çocuk okurlarla buluşmasını istediğim bir taslağım var elimde ama gördüğüm, duyduğum, sonuçlarına şahit olduğum, bunu da yazmalıyım diyerek defterime not aldığım hikâyeler bitene kadar öyküyle devam edeceğim sanırım. Çünkü zihnim hâlâ hayatın içinden insanların sıradan gibi görünen ama sıradan olmayan yaşantılarına ilişkin hikâyelerle dolu.
M. Ç. T: Sorularımızı yanıtladığınız için teşekkür ederim. Yolunuz açık olsun.
–