Aile Çay Bahçesi’ndeki Kadın Karakterler

19 Haziran 2023
SİBEL UNUR ÖZDEMİR

“Romandaki kadınların ortak yönü hepsinin kabuğu olmasıdır. Meral Hanım’ın kabuğu temizlik, Müzeyyen’inki içine hapsettikleri (güvenlikli kabuğu), Çiğdem’in kabuğu ise hayatı sıradanlaştırması.”

Yekta Kopan’ın kaleme aldığı Aile Çay Bahçesi, psikolojik yanı ağır basan bir roman. 

Çoğu kadının kendinden ve yaşanmışlıklarından izler bulacağı kitabın kadın karakterleri Müzeyyen, Çiğdem, Meral Hanım, Fatma Hanım ve Hayriye Hanım.  Hikâye, Müzeyyen’in ağzından geçmişe dönüşlerle anlatılıyor. Kitabın ilk sayfası, son sayfada yeniden karşımıza çıkıyor. Hikâyenin finali okura bırakılıyor.  

Kitapta dikkatleri üzerine çeken ilk karakter Müzeyyen

Müzeyyen, saatçi Nejat Bey ile ev hanımı Meral Hanım’ın ilk göz ağrısı. Uslu bir çocuk. Evin prensesi. Mutluluğu, altı yaşındayken kardeşi Çiğdem’in hayatlarına girmesiyle bozuluyor zira annesinin ilgisi, iki kızı arasında bölünüyor. Müzeyyen, bir kardeşinin olacağını öğrendiğinde kendisinin hiç suçu olmadığı halde cezalandırıldığını düşünüyor. Oysa o, bu cezayı hak edecek kadar kötü bir şey yapmamıştır. 

Müzeyyen on yaşına geldiğinde tüm aileyi derinden etkileyecek bir olay yaşanıyor. Çiğdem, uğursuzluk getireceğine inanılan bir yılan motifinin yer aldığı halının üzerinde kendi kendine oynarken annesi camları silmektedir. Çiğdem’in huysuzlanıp ağlaması üzerine annesinin dikkati dağılıyor ve genç kadın pencereden aşağıya düşüyor. Müzeyyen bu anı, annesinin düşüşünü, elinde veda eder gibi sallanan bezi, yerdeki kan lekelerini unutamıyor. Annesinin ölümüne sebep olduğu için kardeşini affedemiyor. Ömrü boyunca da bu travma ile yaşamak zorunda kalıyor. Çiğdem’i kıskanıyor, sevmiyor, ondan nefret ediyor. “Siyah bir tuvale boca edilmiş kan kırmızısı bir boya. Annemin tabutu kadar yalnız bir nefret.” (s. 118) cümleleri nefretinin boyutlarını haykırıyor satırlardan.

Müzeyyen ile annesinin kaderi birbirine çok benziyor aslında. Müzeyyen de annesi  Meral Hanım gibi küçük yaşta öksüz kalıyor. Annesini, teyzesi Müzehher Hanım büyütüyor. Müzeyyen’i ise babaannesi Fatma Hanım. Meral Hanım ilk kızına annesinin adını veriyor: Müzeyyen. Belki de Müzeyyen, annesi ile arasında kurduğu bağ yüzünden onu başka biri ile paylaşmak istemiyor ve bu kadar içselleştiriyor. 

Bu noktada Nejat Bey’in annesi Fatma Hanım’dan söz etmeden olmaz. Fatma Hanım; öncesinde de iki kez nişanlanıp ayrılmış olan oğlunu hoyratlığına, pervasızlığına son verebileceği düşüncesiyle Meral Hanım’la evlendiriyor. Hem kendi hem oğlu için doğru bir karar verdiğini düşünse de bu karar, gelininin ve torunlarının hayatını ne yazık ki olumsuz etkiliyor çünkü Nejat Bey çapkınlıklarına devam ediyor, ailesine gerekli ilgiyi ve özeni göstermiyor, kendi için yaşıyor. Eşinin çapkınlıkları Meral Hanım’ı çileden çıkarıyor ve dayanamayacağı bir noktaya taşıyor. Meral Hanım, mutsuz bir kadındır. Gece yarılarına kadar pencere önünde hem söyleniyor hem de bazı geceler eve gelmeyen kocasının dönmesini bekliyor. Müzeyyen o anları unutamıyor. “Ağlardı annem. Sigarası söner sönmez yenisini yakardı. Sokaktan gelip geçenlere bakardı. Babam gelmezdi.”

Meral Hanım’ın yaşadıklarına kızı Müzeyyen tanıklık ediyor ve ona dert ortağı oluyor. Müzeyyen, annesini üzdüğü ve kendileri ile ilgilenmediği için babasından nefret ediyor. “Baba! O kelime yok ki benim sözlüğümde! Yok!” Saatçi Nejat, “çirkinlikleri, arızaları, hataları, yalanları örtbas edilen erkekler ülkesinin değerli bir üyesi”dir. Karısının çalışmasına engel oluyor ve evde oturmasını istiyor. Meral Hanım’ın tek yaptığı/yapabildiği ev temizliğidir. Mütemadiyen çamaşır suyu kokuyor. Belki de üzerine sinen tüm kötü duygulardan evini temizleyerek kurtulmaya çalışıyor. Müzeyyen büyüdükçe bu evliliğe neden olduğu için babaannesini de suçluyor. 

Müzeyyen insanları sevmiyor. Kendisinin kötü olduğunu düşünüyor. Bunu “Kötü olmak, iyiymiş gibi davranan bir sahtekâr olmaktan daha kötü değil.” (s. 73) cümlesinden de anlıyoruz. Aidiyet duygusundan yoksun. İşinde istediği başarıyı yakalayamıyor. Gönül ilişkileri de sağlıklı değil. Sevmek nasıl bir şey bilmiyor. Ruhu karanlık. İntikam duygusuna sahip. Solucanlara, salyangozlara zarar verince kendisini önemli hissediyor. Kendi ayakları üzerinde durmaya çabalıyor.

Ne yazık ki Çiğdem ablası kadar şanslı değildir. Çok yalnızdır. Nasıl yaşaması gerektiği ona öğretilmemiştir. Sevmeyi bilmiyor. Hayatı sıradanlaştırmaya çalışıyor. Ablasına göre daha mülayim, anlayışlı ve iyimser. Annesinin ölümünü kabullenmiştir. Hareketlerini ablasına göre ayarlamaktan yorulmuştur. Seçtiği erkeklerden darbe alıyor ve güven duygusu zedeleniyor. Tek başına bir kadın olarak hayatta var olmaya çalışıyor. Müzeyyyen “Zamansız suskunluklardan oluşan bir hikâyenin kız kardeşleriydik biz.” (s. 110) diye dile getiriyor kardeşiyle ilişkisini. 

Bir başka kadın karakter de Hayriye Hanım. Nejat Bey’in son eşi. Hayriye Hanım temiz, tertipli, sevecen, anaç, abartılı iyimserdir. Hasta yatağındaki kocasına bakıyor ve payına ölümü beklemek düşüyor. Onun kabuğu mutfağıdır. Romandaki kadınların ortak yönü hepsinin kabuğu olmasıdır. Meral Hanım’ın kabuğu temizlik, Müzeyyen’inki içine hapsettikleri (güvenlikli kabuğu), Çiğdem’in kabuğu ise hayatı sıradanlaştırması.

Romanda Meral Hanım ve Hayriye Hanım erkek egemenliği altında yaşamaya alışmış geleneksel kadın tipini sembolize ediyor. Müzeyyen ve Çiğdem ise iş hayatında var olma mücadeleleri ve özgür hareket etmeleriyle modern kadını simgeliyorlar. 

Görüyoruz ki iyi olacağı düşünülerek vesile olunan bir evlilik, o evde yaşayan bireyleri olumsuz etkiliyor. Babanın ilgisizliği anneyi mutsuz ediyor. Annenin mutsuzluğu çocukların kimi sorunlar yaşamasına yol açıyor. Başkalarının hayatı hakkında onlar adına kararlar alıp onları bu kararları uygulamaya zorlamak ne kadar doğrudur diye düşünmek gerekiyor. Hayır olarak görünen şeyler romandaki gibi şer ile sonuçlanabiliyor.

Bu hikâyenin mağduru Müzeyyen gibi görünse de daha zor şartlar altında olan kişi aslında Çiğdem’dir. Müzeyyen içini okura döküp rahatlarken Çiğdem sessiz ve suskun, ta ki sarhoş olup içini ablasına dökene kadar.

Müzeyyen annesinin ölümünden kardeşini sorumlu tutmuştu. Hâlbuki Çiğdem küçücük bir çocuktu. Oysa Çiğdem, ablasının babasının ölümüne yardımcı olduğunu gördü ve sustu. Sadece onun kendisinden daha cesaretli olduğunu ima etti, belki de ablasıyla ödeştiklerini düşündü. O, annesinin ölümüne sebep olmuştu; ablası da babasının isteği üzerine onu öldürmüştü. Ortada suç da suçlu da kalmamıştı. Müzeyyen ve Çiğdem eşitlenmişti.

Yazarın (Yekta Kopan) bir erkek olmasına rağmen kadın karakterlerin dünyalarını, duygu ve düşüncelerini çok iyi analiz ettiği görülüyor. Kurgunun psikolojik dokusu, güçlü gözlemlerle ortaya konulan ayrıntılar okuru kitabın dünyasına çekiyor ve anlatmaya çalıştığım karakterleri daha yakından tanımak için Aile Çay Bahçesi’ne davet ediyor. 

.