SEVDA YÜKSEL
14 Eylül 2025

Geçmişi anımsayınca gülümseyip geçmek yapılacak en yerinde iş olsa gerek. Gülümseyip geçemeyeceksek hiç anımsamamak…
“Erol Evgin”le anımsananlar, benim gülümseyip geçtiğim bir zaman dilimine yerleştirmek istediklerimden. O zaman diliminde ortaokullu ve liseli bir kız vardı. TRT vardı. Kasetler… O çok sınırlı harçlıklarımla önceliği verip aldığım “Kelebek” gazetesi… Kendimce kurduğum dünyanın vazgeçilmezleri…
Erol Evgin’in gülüşü, o yıllarda da televizyon ekranına ya da gazete sayfalarına düşen görüntülerde\karelerde aydınlıktı. Ben en çok o aydınlık gülüşü\yüzü severdim. Bana, yüreğime iyi gelirdi. Henüz bilmediğim aşk, belki de böyle bir şeydi. Yüreğe iyi gelen bir şey…
“Kelebek” gazetesinde onunla ilgili hangi haber varsa hemen keser, bu iş için özel olarak tuttuğum defterime yapıştırırdım. Erol Evgin, o sayfalarda yalnız değildi: İlhan İrem, Filiz Akın… Sırça köşkten bir dünyanın kendisi gibi karşılığı hiç olmayacak düşleri… O düşlerle yaratılan yalan, hepsi yalan bir dünya! Gerçek hiçbir köşeciği olmayan… Bunu anlamam için çok uzun yılların geçmesi gerekti. Çok uzun…
O çok uzun yılların sonunda Erol Evgin’i ilk kez sahnede izleyebilecektim. Onunla karşı karşıya olabilecektim. O, benim karşısında olduğumu bilmeyecekti. Bunun önemi yoktu. Önemi olan benim ne bileceğimdi.
Sahi ne bilecektim?
Kuşkusuz baştan sona ezberleyebildiğim hiçbir şarkı olmadığından Erol Evgin’in şarkılarını da bilmezdim ama ona eşlik ederdim. Onunla söylerdim. Kulaklarımda hep kalan…
Sahiden onlar kulaklarımdan hiç gitmedi.
“Seni düşündüm dün akşam yine…” diye başlayıp “Önde zeytin ağaçları, arkasında yâr…” diye süren ve hep süren… Başkalarıyla da…
O arada yer alanlar…
Ama sonrası yok.
Erol Evgin’i nasıl, nerede kaybettim?
Gerçekten kaybettim.
Hayat başka ve çok şey oldu.
Ben 10’lu yaşlardaki kendimi de kaybettim. Onu özleyecek, arayacak zamanım da olmadı.
Dedim ya, hayat başka ve çok şey oldu. Ben değiştim. Belki de değişmek istedim. Hayatın içinde değişmeye uğraşıp durdum. Değişmek gereklidir. Hayat hep değişir. Ama bunu ne kadar başarırız? Bilemem. Belki de bilmeyi istemem.
Sağ yanımda İstanbul Boğazı değişen hayatla uyum içinde ışıltılar içindeyken karşımızda sahnede Erol Evgin yerini aldı. Yüzü anımsadığımca aydınlıktı. “Bu gece güzel bir gece olacak.” dedi. O, çok keyifliydi. Ben de öyleydim. Hatta o içimdeki yeniyetme kızı epey zor zapt ettim. Sahneye fırlayıp Erol Evgin’le aynı karede, yan yana olmaya niyetliydi!
Gülmek güzeldi. Şarkı söylemek… Alkışlar…
Erol Evgin’in dileğini yerine getiriyorum şimdi. “Siz de bu geceden benim kadar keyif aldıysanız abartın.” dedi. “Adam hâlâ eskisi kadar yakışıklı deyin!”
Ama ben abartmıyorum. Erol Evgin her zaman yakışıklı.
Hem onun gerçek yakışığı bizlerin gönüllerinde, değil mi? Gönüllerimize kurduğu sırça köşklerde…
Belki o köşkler zamanla epey yara aldı. Olsun. Onların “cana can katan sevdaları olmasa” hiç kuşkusuz biz eksik biz olurduk! Ben olurdum.
O yıllarda yazdığım (yazdığımı sandığım) öykülerden birinin kahramanına “Erol” adını koymuştum. O “Erol”un, öykü kahramanım Erol’un, hayatımda hiç yeri olmayacaktı. Ama benim bunu öğrenebilmek için çok uzun yıllara gereksinimim vardı.
Hayat başka ve çok şey…
Ben o hayatı seviyorum!
.
