30 Temmuz 2025
BARIŞ BİRİNCİ

Bir tiyatro sahnesinde başlar bazı hikayeler ama şimdi sahne bomboştur. Sadece ağır bir kadife perde, sessizliği örter gibi ön plandadır. Seyirciler yoktur, ne alkış sesleri ne de fısıltılar. Bu, bir zamanlar oyunlarla dolup taşan bir sahnedir, şimdi ise unutulmuş bir anıya dönüşmüştür.
Sadece ağır bir kadife perde, sahneye hakimdir. Bu perde, koyu bordo rengindedir, adeta zamanın ağırlığını taşıyan bir ciddiyetle sahnede yerini alır. Yaklaşınca üzerinde zarif altın işlemeler görülür; birbirine dolanmış sarmaşık motifleri, perdenin zaman ve mekânı aşan bir hikâye taşıdığını fısıldar gibidir. Her dokunuşta hafif bir toz bulutu yükselir, sanki unutulmuş anıları uyandırır.
Perdenin kenarları, yılların yıpranmışlığıyla hafifçe tüylüdür ama bu yıpranmışlık ona karakter ve derinlik kazandırır. Perdenin altından, zaman zaman rüzgârla dalgalanan ufak bir ışık süzülür. Bu ışık, sahnenin gerisinde bir başka dünyanın varlığını ima eder. Ancak perde, bu dünyaya geçişi kısıtlayan bir sınırdır; sessizlik ve belirsizlikle korunan bir kapı.
Perde, sadece sahneyi değil, sanki duyguları da örter gibidir. O ağır dokusu, seyircide bir beklenti yaratır; bir sır perdesi gibi… Bu perde, sahneye adım atacak her karakterin ağırlığını taşır ve her bir hareketinde geçmişten bir yankı sunar.
Bir gece, yaşlı bir sahne ışığı titreyerek yanar ve tozlu bir koltukta oturan bir silüet belirir: eski bir oyun yazarı Adil. Yıllarını bu tiyatroya vermiştir; onun yazdığı her oyun, izleyenleri düşündürmüş, güldürmüş, ağlatmıştır. Ama şimdi, oyunlarının çoğu kaybolmuş, ismi hafızalardan silinmiştir.
Adil, elindeki eskimiş bir oyun taslağını inceler. Bu, yazdığı ama sahnelenmemiş bir oyundur. Oyun, “Perdenin Arkasındaki Hayat” adını taşır. Alegorik bir dille kaleme alınmış, yaşamı bir tiyatro sahnesi olarak betimleyen bir hikayedir. İnsanların sahnede rolleri oynarken gerçek duygularını perdenin arkasında bıraktığını anlatır.
Adil kendi kendine mırıldanır: “İnsanlar, rollerine öylesine sıkı sarılıyorlar ki perdenin arkasındaki gerçek yüzlerini unutuyorlar.”
Birden sessizliği bozan bir ayak sesi duyulur. Kadife perdeler hafifçe hareket eder ve sahneye ilk olarak genç bir kadın adım atar. Yüzü aydınlık, gözleri ışıl ışıldır. Üzerinde soluk bir beyaz elbise vardır ama her adımında ışık elbiseye bir gökkuşağı dokunuşu verir. Kadın, sahnenin ortasına gelir ve Adil’e bakar.
“Ben Umut’um,” der genç kadın. “Sen beni her zaman yazdın ama bazen kelimelerin arasında kaybolduğumu düşündüm. Şimdi buradayım. Bana ne sormak istersin?”
Adil, titrek bir sesle cevap verir: “Bunca karanlık arasında nasıl var olabiliyorsun?”
Kadın, gülümseyerek ellerini açar. “Karanlık olmadan ışık anlam kazanır mı? Sen beni yazarken her zaman içindeki en ufak parıltıyı aradın. İşte bu yüzden buradayım.”
Tam o anda sahneye yaşlı bir adam çıkar. Bastonuna yaslanmış, ağır adımlarla ilerler. Yüzü derin çizgilerle dolu ama bakışlarında yılların ağırlığıyla bir bilgelik vardır. “Ben Pişmanlık’ım,” der, sesi çatallıdır ama yankılıdır.
Adil, adamı gördüğünde irkilir. “Seninle yüzleşmeye hazır değilim,” der usulca.
Yaşlı adam gülümser. “Kim hazır ki? Ama biliyorsun, her hikayende biraz da ben vardım. Unutma, pişmanlık sadece hatalar değil, aynı zamanda yapılmayan şeylerin hikayesidir. Bu sahnede beni unutmaman gerek.”
Sahne ışıkları titrer ve bir çocuk belirir. Elinde küçük bir oyuncak uçak vardır, mavi renkli, eski bir uçak. Koşarak sahnenin ortasına gelir, yüzünde masum bir heyecan vardır. “Ben Hayaller’im!” diye bağırır.
Adil çocuğa bakar ve hafifçe gülümser. “Ne kadar büyüksün, biliyor musun?” der Adil.
Çocuk başını sallar. “Büyüklüğüm senin beni yaşatmanla alakalı. Ama beni bazen yok sayıyorsun, işte o zaman küçülüyorum. Hayaller olmazsa bu sahne de olmaz, bunu unutma.”
Adil, üç figüre birden bakar. Her biri, kalbinin ve zihninin bir parçasıdır. Kadın onun inancını, yaşlı adam derslerini, çocuk ise özlemlerini temsil eder. Hepsi, yarım kalmış oyununun eksik parçalarıdır.
Bir süre sessizlik olur, ardından Adil fısıldar: “Belki de hepinizi bir araya getirmek gerek. Hayat dediğimiz oyun, zaten sizinle tamamlanıyor.”
Kadın, adam ve çocuk birbirine bakar ve yavaşça Adil’e yaklaşırlar. Ellerini uzatıp onun ellerini tutarlar. O an sahne, ışıltılı bir yıldız gibi parlar. Bu birleşim, Adil’in hikayesinin gerçek anlamını bulduğu andır.
Adil, oyununu bitirmediğini fark eder. Oyun, sahnelenmeyi değil, tamamlanmayı beklemektedir. Ancak son cümleyi yazmak için kalemini kaldırdığında tereddüt eder. “Hayatın anlamı nedir?” diye sorar kendi kendine. Ama cevap, sahnedeki karakterlerden gelir: “Hayatın anlamı, rolünü oynarken perdenin arkasında kim olduğunu unutmamaktır.”
Adil, son cümleyi yazar: “Gerçek barış, hem sahnede hem perde arkasında aynı kişi olabilmektir.”
Tiyatro, tekrar sessizliğe bürünür. Adil’in yüzünde huzurlu bir gülümseme belirir. Ve sahne ışığı, bir daha yanmamak üzere söner.
.
