İyi Kitap, İyi Yazar

30 Temmuz 2025
ÖNER YAĞCI

İyi kitap okuru, iyi yazar sizin için ne ifade ediyor? İyi yazar, iyi okur tanımınız nedir? Tanımız zaman içinde değişti mi? Değiştiyse nasıl ve niçin değişti?

Öner Yağcı

İyi kitap okuru çocuktur.

Merak eden, okuduklarından öğrendikleriyle düşler kuran, yeni dünyalar keşfedip yeni düşüncelerle buluşan çocuk en iyi kitap okurudur.

Düşünmeye, sorular sormaya başlayan; duygulanan, öfkelenen, hüzünlenen, sevinen, dertlenen, hoşlanan, heyecanlanan; insanı, yaşamı, dünyayı anlamak isteyen, bunun için de insanla, yaşamla, doğayla ilgili her şeyi merak eden bir çocuktur en iyi kitap okuru.

İyi yazarsa çocuğu düşler kurmaya yönelten, duygulandıran, güldüren, ağlatan, heyecanlandıran, düşündüren kitaplar yazan yazardır.

Çocukluğumda okudukça merakımın arttığını anlayıp mutlu olurdum. İyi insan olmanın özelliklerini kitaplardan öğreniyordum ve bana bunu armağan eden, bu fırsatı veren yazarların iyi yazarlar olduğunu düşünüyordum. Okuduğum kitaplardaki dünyaları keşfetmek için rüyalarımda olağanüstü yolculuklara çıktığımı anımsıyorum. Çocukluğumda keşfettiğim ve her yazdığını merak ederek okumaya çalıştığım yazarları listelesem sayfalar dolar.

Bu duygum zaman içinde değişmedi. İçimdeki çocuk merakımı da kendimle birlikte büyüttüm. Şimdi de iyi bir kitap okurunun hep çocuk kalan, çocuk merakıyla yeni bir şeyler keşfetmek için çeşit çeşit kitapları okumaya yönelen okur olduğunu; iyi yazarınsa insanlardaki çocuk merakını büyüten, okurların yeni keşiflere çıkmasına, yeni yolculuklara yelken açmasına yardım eden yazarlar olduğunu düşünüyorum.

Kendimi iyi bir okur kabul ediyorum ve iyi okurun, buluşup özdeşleştiği yazarın ne yazdığını hep merak eden, onun olabildiğince yazdığı her şeyi okumayı yaşamının bir parçası sayan okur olduğunu düşünüyorum.

İyi yazar, beklenti yarattığı okurunun düş kırıklığına uğramaması için sürekli kendini yenileyen, okuruna yeni düşünceler, yeni duygular sunabilmek için çocukluğunu ve okur olmayı da sürdüren yazardır.

İyi yazar deyince, yazarın sorumluluğunu düşündüm: Yazmak, gerçekliği, gerçeklikle ilgili düşünceleri sözcüklerle yeniden yaratarak söyleme sanatıdır. 

Gerçeğin anlaşılması için yaşam, yazarın kalemiyle yeniden yaratılır. 

Yazar esinler insanları, yaşamı savunur ve umut taşır, atalarının aydınlık arayışına bir damla katmayı düşleyen insanlara yol gösterir.

Her yazar bir yol göstericidir ama her yazarın da bir yol göstericisi, yolunu aydınlatıcısı vardır.

Yazara yol gösteren, yazarın yolunu aydınlatan yaşamdır, insanlığın dişiyle tırnağıyla kazandığı yaşam.

Her şeyi, yaşama hakkından başlayıp her hakkı ve özgürlüğü yok eden, yaşamın içinde geçtiği doğadan başlayıp kentleri, zamanı, kazanılmış değerleri kirleten, tüketen bir egemen belirliyor dünyanın ve ülkemizin gidişini. Böyle bir dünyayı lanetlemek mi düşer günümüz yazarına? İnsanın aşağılandığı koşullar yaşanırken dünyada, yazara düşen herhalde bu soysuzlaştırılan yaşamı utanç belgesiyle geleceğe aktarmak, bu insan düşmanı egemenliğe karşı sesini yükseltmek, okurunu bu sese katılmasını sağlamaya çalışmak olmalıdır.

İnsanca seslere gerek duyuyor insanlık; tüm sanatçıların oluşturduğu görkemli bir orkestraya.

Yazar suskunsa vay haline dünyanın; eksik kalır çünkü dünya; eksik kaldığı için de yanlış olur.

Dünyanın ve insanlığın vicdanına seslenmek zorundadır günümüzün yazarı; Şçedrin’in “vicdan kayboldu” çığlığını kulağından ve yüreğinden çıkarmadan üstelik.

İnsanın bulduğu, gerçeği kavratan güçlü bir makinedir yazarın elindeki. Bu makine paslanmak üzere bir köşeye bırakılabilir, oyuncak haline de getirilebilir istenirse ama doğrusu, yakışanı, insanın bu makineyi bulma nedenine, işlevine göre kullanmasıdır.

Yaşam değişmektedir ve yazardan bu değişimin nasıl olduğunu açıklamasını ister.

Yazarın yapacağı şey kalmadı demek, yaşamın ve insanın yadsınması demektir.

Durumu saptamak, değişimi anlatmak yazarın, değişimin yasasını anlamak okuyanın gereksinimidir.

En umutsuz ve kararsız günlerde bile insanlara yalnız olmadığını söylemeyen bir yazar gelmiş midir dünyaya?

Sanatın gücünü bildiğimiz içindir ki, sorumluluğumuz bu denli büyük” diyor Anna Seghers.

Günümüzde yazarın sorumluluğu ne olabilir?.. 

Tüketimin pompalandığı bir düzen uygun görülüyor insanlığa; bunu onaylamak ahlaksızlığını yakıştırır mı kendisine bir yazar? Tüketmek için değil, üretmek, çoğaltmak, yaratmak için var olmamış mıdır yazar?

Dünyanın değişmesine yardım eden bir gerçeklik ama Aragon’un dediği gibi, “Yüreğimize su serpmeyip tersine, bizi uyandıran ve kimi zaman, sırf bu yüzden, insanı tedirgin eden bir gerçeklik” günümüz yazarının silahı olmalı. 

Yazarın kalemi, yaşatılan gerçekliği sanatıyla yoğurarak insanların bilinçleriyle algılamalarına hizmet etmezse neye yarar?

Yazar, gerçek yazarsa ve gücünün bilincindeyse yaşamın aydınlığını çoğaltabilir; yeter ki buna inansın, bu bilinçle öğretsin, umut versin, aydınlatsın.

Ülkemizde yaşananları gördükçe utanıyorum ve Brecht’in sözünü hiç unutamıyorum: “Ne yazık o ülkeye ki, kahramanlara gereksinimi var.”

Gerçek kahramanların kitleler olduğu doğru ama bu kitleler, çağımıza uygun bağnaz ve barbar kalabalıklara dönüştürülmüşse yazarların işi daha zor demek.

Yazarların iki temel konusu olduğunu hepimiz biliyoruz: İnsanların “doğayla ve birbirleriyle savaşımları” ve “sevgi, aşk”. Aşkın da her şey gibi kirletildiği, tüketildiği koşullarda demek ki, aşk arayışının savaşımı kalıyor yazarların elinde. Öyleyse aşkı savunmak, kazanmak için yazmalı yazarlar; aşkla güzelleşen bir dünyanın özlemini, umudunu.

Dünyayı yönetenler, yazarların okurlarıyla buluşmasını önlemek için ellerindeki tüm olanakları kullanıyorlar; tarih boyunca da kullanmışlardı. Ülkemizde tam anlamıyla bir gerçek bu. Bizim yöneticilerimiz de bizim yazarlarımızı uzaklaştırmaya çalışıyor bizim insanımızdan.

Yazarı yazar yapan dildir. Dil, kirletilen değerlerimizin başında, öyleyse düzen yazarları da kirletiyor. “Din’in dili” diye Arapça ve Farsça yazılmış eserler “klasik edebiyatımız” diye yutturuluyor. Anlayan beri gelsin. Yalnızca bu değil dildeki kirlenme. “Tüketimin dili” olan İngilizce alkışlanıp baş tacı ediliyor. 

Eğitime bakıyoruz. Gerçek yazarlarımızın adı bile geçmiyor. Çağdaşlıktan uzak bir sentez, Türk-İslam aldatmacası ülkemizi karanlıklara taşıyor. Irkçılık, dincilik, şovenlik, bağnazlık yeni yetişen kuşakları ahtapot gibi sarıyor. Barbar kolların tutsağı ediliyoruz. Yazar bu kolları kırmadıkça ne yazar?

Çağdaş bir toplumun değerleri, bir yazarın da toplumuna aktarması gereken değerlerdir. Bunu gözetmeyen bir yazara yazar değil yazıcı denir.

“Dünyayı ödünç aldığımız çocuklarımız” bizi dinliyor. Bir yazar ne söyleyecek onlara? Gerçeği söyleyecek elbette. Saf sanat olamaz diyecek. 

Yazar, insanlık değerlerini yazacak; politikacıların medyayla, mafyayla, baskı güçleriyle, yasayla yok ettiği insanlık değerlerini.

Bizim yazarımız bizim gerçeğimizi yazacak. 

Bizim gerçeğimiz ne mi? Ustamız, soluğumuz Nâzım Hikmet yazmış: “İnsanlarım, ah benim insanlarım, yalanla besliyorlar seni…”

Yalana karşı gerçek. İşte yazar.

Onurumuz Aziz Nesin nokta koysun: “Yazar, başta kendi olmak üzere okurlarını, kendilerini ve koşullarını değiştirmeye özendirmelidir yapıtlarıyla… Kötülüklerden sorumluyuz. Kötü bir şeyi değiştirmek zorundayız. Yazar değiştiremez ama insanlara değiştirme isteği ve özlemi verir. Ve yazarın sorumluluğu bu…”

Evet, yazarın sorumlulukları bunlar olacak, okur da böyle yazarları bağrına basacak.

.