Yazmak mı, Yazmamak mı?

Şubat 2024

MUZAFFER HACIHASANOĞLU

Önce söz vardı; düşündüğünü, istediğini öyle anlatabiliyordu insan. Sözlerle gelişen anlatı biçimleri günümüzde bile sürdürüyor geçerliliğini: masallar, destanlar, efsaneler, ağıtlar, türküler… Kimi yazarlar onları kitaplarında kullandılar, kullanıyorlar. Latinler “Verba volent scripta manent” (Sözcükler yazılı kalacak.) demişler; kuşkusuz sözler uçuyor, yazılanlar kalıyor. Kimi kişiler yadsıyabilirler söylediklerini; çağımızda bürokrasinin alıp yürümesi, belgesiz adım atılamaz duruma gelinmesi insanların birbirine güvensizliklerinden olmalı. Tonlarla kâğıt, mürekkep, kalem, daktilo şeridi harcanıyor, basın makinaları çalışıyor durmadan: Basılı belgeler -Önce onları sayıyorum, devletin işleri durur onlar olmasa- bilimsel kitaplar, yazın’ın değişik türlerindeki (şiir, roman, öykü, deneme vb.) kitaplar, gazeteler, dergiler… Televizyon da video da olsa günümüzde yazı, bazılarının savladığı gibi önemini tümden yitirmemiştir.

Yazmakla neyi kanıtlar insan? Yazmak tümden zorunluluktur kimi kişi için. Aklımda yanlış kalmadıysa “Yazmasam çıldıracaktım.” diyordu bir yazsında Sait Faik. 

“Ya yazmaktan ne anlıyorum? Beni ortaya koymasını, bana tanık olmasını, dedim. Bir kişi, bir birey olmak istemekten başka ne demektir bu? Evet yazmaktan anladığım bu işte: Bir birey olmak. Yazmayı böyle anladığıma göre ya yaşamaktan ne anlıyorum? Nedir yaşamak? Yaşamak benim için dünyayı algılamak, kısaca anlamak olayıdır. Bunun için yaşamak, bu yolculuğa çıkmak, her şeyden önce de bunu göze almak, buna katlanmaktır.” diyor İlhan Berk; böylece de yazmakla yaşamayı özleştiriyor sanki. Yazar, kendini ve çağını anlatmakla varlığını kanıtlamaya çalışır bir bakıma. 

Çoğu insan, gençlik çağında bir şeyler karalamış -çoğunlukla şiir- hatta bir bölüğü bir hevesle harçlıklarından artırıp kitap bile çıkarmıştır. Onlardan bazıları bu işin ekmek parasına bir katkısı olmayacağını, kolayca orun ve kazanç sağlamayacağını anladığından, bazıları da gerçek yazarlığın gerektirdiği, çalışma ve okuma gücünü kendilerinde bulmadıklarından tez yoldan caymışlardır yazmaktan. Yazmak için çok çalışmak gerektiğini belirtiyor Boileau: “Kendisini sıkmasını bilmeyen yazamaz.” Aynı görüşü  paylaşıyor Samuel Johnson: “Yazana zorluk vermeyen yazı, okuyana da zevk vermez.” Her ne kadar aralarında padişahlar, paşalar, yüksek orun sahipleri yer almışsa da yazıyla uğraşanlar, özellikle de şairler, ciddiye alınmamıştır zaman zaman toplumumuzda; düşler dünyasında yaşayan kişiler olarak görülmüşlerdir. Günümüzde bilim, sanat, teknoloji birlikte yürümektedir. Dün düş sayılanların çoğu gerçekleşmiştir bugün.

Yazmak, hastalık derecesinde bir tutku olmasa zorluklar karşısında bırakıverirdi yazar. “İçimdekileri kağıda dökme yolunu gerçekten öğrendiğim gün halk beni okuyacak. Dünyanın ne kadar kötü olduğu umrumda değil. Okuyacaklar diyorum sana. Okumadan edemeyecekler beni!” diyor Henry Miller. Yazarların hepsinin istediği budur. İçlerinden bazıları “Ben kendim için yazıyorum.” dese de buna inanmıyorum. Onlar bugün için anlaşılmadıkları kanısındadır; gün gelip anlaşılacaklarını, kıymetlerinin bilineceğini umarlar. “Ağaç meyvelerini aramaz, onları büyütür. Yazmak düşüncenin meyvelerini süslemek, aklın dünyası içinde ağacın yaprak açtığı gibi büyümektir  sonucuna vardım.” diyor yine Henry Miller.

Yazarak kitleyi etkilemek olanağı var mıdır? “Top derebeyliği öldürdü. Mürekkep de çağdaş toplumu öldürecek.” demiş Napoleon Bonaparte, sınavdan korktuğu denli mürekkepten de korkmuş. Henri Becque de  yazmanın karşısında bir yazar: “Yazdıklarımızın yarısı zararlıdır, öteki yarısı da faydasız. “ diyor. Niçin zaman yitirdiğini sormak istiyor insan.

Henry Miller de çelişkiler içinde. Okunmak için o kadar didinen, çırpınan yazar şunları söylüyor kitap üzerine: “Yaratılış ne zaman, nerede son buldu? Bir yazar, şimdiye kadar yaratılmamış ne yaratabilir? Hiçbir şey. Yazar, belirsiz biçimli maddeyi kafasını çalıştırıp yeniden düzenler. Yaratılışın tersine, içinde oynaştığı ya da daha doğrusu içinde oynatıldığı bir başlangıç, bir son, bir de ara meydana getirir ve  bu arada gerçeğin kopyası doğar: Bir kitap. Bazı kitaplar dünyasının görüşünü değiştirmişlerdir. Bir yeniden düzenleme, başka bir şey değil. Hayatın meseleleri sürüp gidiyor. Bir insanın çehresi değiştirilebilir ama yaşı asla. Kitapların hiçbir etkisi yoktur. Yazarların hiçbir etkisi yoktur. Etki ilk maddede gösterilmiştir. Ben dünyayı yarattığımda sen nerdeydin? Bunu cevaplandır, işte o zaman yaratılışın bilmecesini çözeceksin.”

Napoleon Bonaparte mürekkepten o kadar korkarken Henry Miller mürekkebi tümden yadsıyor. Oysa çağlar boyu egemen güçler, yazar ve kitap konusunda pek iyi şeyler düşünmemişlerdir; zaman zaman kitaplar yakılmıştır; yazarlar hapse atılmıştır, sürgüne gönderilmiştir. Yazarın, kitabının kitle üzerinde etkisi yoksa tüm bu uygulamalar niye? Tehlikeli bir iştir yazarlık, düşüncelerinde özveride bulunmadan yazmayı sürdürenler için, günün adamı olabilenler için sorun yoktur. 

Tüm bu tehlikelerine karşılık yazar, büyük paralar kazanabilir mi? Salt yazarak geçimini sağlayan, hele hele büyük paralar kazanan yazar sayısı azdır bizde de dünyada da. “Sabırla bir hikâyenin kabul edilmesi için birkaç ay beklemesi gerektiğini, ondan sonra da para almak için birkaç ay daha geçmesi gerektiğini izah ettim.” diyor Henry Miller. Bu işler bizde de böyle olmuştur, olmaktadır da. Pekiyi, yabancı ne diyor Miller’e: “Dahi olsan da olmasan da üzülme. Hatta kendini bir yazar olarak bile düşünme. Bir arkadaşınla konuşuyormuş gibi rahat ve tabii yaz. Bana söylüyor olacaksın, anladın mı? Ben senin arkadaşınım. Büyük bir yazar olup olmadığını bilmiyorum. Beni ilgilendiren bir hikâye anlatacaksın bana. (…) Eğer cesaretin ve hayal gücün varsa halk her zaman para kazandırır sana.”

 Yazar, her zaman yayıncının istediği konuda ve biçimde yazabilir mi? Böylesine ısmarlama yazı yazanlar da çıkabilir belki. Bu yazarın kendini yadsıması olur. Her yazarın kendine göre anlayışı vardır dünyayı, insanları, onların sorunlarını ve kendine göre bir anlatış biçemi. Genellikle boynu eğik, hatta alçakgönüllü de değildir yazar dediğimiz kişi. Ne diyor Baki: “Meddah olalı çeşm-i gazâlânına Bâki/Öğrendi gazel tarzını Rûm’un şuarâsı.” (Ey sevgili!) Bakî senin ceylan gözlerinin övücüsü olalı beri Osmanlı ülkesinin şairleri gazel tarzını öğrendiler.)

Yazmak mı, yazmamak mı? Bir kez elini kaleme alıştırdıktan, parmaklarını mürekkebe bulaştırdıktan sonra yazmamak elde değil. Hem ne diyor Jules Renard: “Yazmak kimsenin kesemeyeceği bir konuşma biçimidir.” 

———-

Kaynaklar:
Pleksus, Henry Miller, Türkçesi: Erhan Erman, Babil Yayınevi, 1971.
Neksus, Henry Miller, Türkçesi: Erhan Erman, Babil Yayınevi, 1971.
Le Petit Philosophe de Poche, Gabriel Pomerand, Le livre de Poche.
Başlangıçtan Bugüne Türk Şiiri, Hazırlayan: Yaşar Nabi, Varlık Yayınevi, 1968.
Özlü ve Güzel Sözler, Derleyen: Şerif Oktürk, Milliyet Yayınları, 1973.
Büyük Sözler, Derleyen Ülkü Tamer, Varlık Yayınevi, 1960.
“Uzun Bir Adam” İlhan Berk, Oktay Akbal’ın Cumhuriyet gazetesindeki yazısı.

______
Kaynak:
Muzaffer Hacıhasanoğlu, Yazmak mı, Yazmamak mı? Yaba Öykü, Mart Nisan 1984, 1. sayı.

.