HÜSEYİN İÇEN
9 Temmuz 2023
Bir yaşlılar bakımevinin büyük salonu. İtiş kakış iskambil oynayanlar da var, boş gözlerle pencereden dışarıyı seyredenler de. Kimileri televizyonda beyinsizin beyinsizle itiştiği bilgi yarışmasına gözünü dikmiş, kimileri bakıcıların getirdiği ilaçlarını içiyor. Aralarında sandalyeye sırtını dayamış biri de ilgisiz gözlerle bu “insanlık manzarası”nı seyrediyor. Bakışları küçümseyici değilse de kayıtsız. Sonra birden sandalyesini itip ayağa kalkar, iki yana hafifçe sallanarak odasına gider. Eşyalarını eski bavuluna üst üste atar. Bavulu kapatıp eline alır ve hiç sağa sola bakınmadan bakımevinin dış kapısından çıkıp gider.
Sonraki sahnede adamı yolda bitkin ve sendeleyerek yürürken görüyoruz. Duralayıp terini siler arada bir. Sonra arkadan bir taksi yaklaşıp adamın önüne geçer. Sürücü kapıyı açıp geriye döner. Yaşlı adam sorar: “Beni geri götürmeye geldin, değil mi?” Sürücü “Evet” der. Ama adam “Sana üstüne şu kadar para vereyim, beni köydeki evime götür.” diyerek sürücüyü ikna eder.
Daha sonraki sahnede yaşlı adam evinin önünde taksiden iner, söz verdiği parayı öder ve eve doğru yürür. Kapıyı çaldığında ise beyninden vurulmuşa döner. Bakımevinden kaçarak yaşamının son yıllarını geçirmek için sığınmak istediği evinin kendi oğlu tarafından üç kişilik bir aileye kiralandığını öğrenir –evin satış anlaşması da içinde olmak üzere! Yaşlı adamla fazla uğraşmak istemeyen savunman oğlu, onu biraz da zorla bakımevine yatırdıktan sonra evi bu aileye kiralamıştır. Oğul, yaşlı adamın yasal velisi göründüğünden, durum yasalara da uygundur.
Yaşlı adam son yıllarını (belki de aylarını) yaşamı boyunca çalışıp para biriktirerek güç bela alabildiği evinde geçirmeyi düşlüyorken evi kiralayan çocuklu aile de orada kendilerine yeni bir yaşam kurmakta kararlıdır. Öykünün çatışması da tam burada başlar. Çatışmanın çözümü, kimin haklı olması yanında, kimin daha kararlı ve direngen olmasında da yatmaktadır. Böylece savaş başlar, çatışmanın gerginlik ve şiddeti de film boyunca artarak sürer.
“Sanattan hep büyük genellemeler bekleyenler yaşamın iki yüzünü gözden kaçırıyor belki de. Doğrusu, karanlık da var yaşamımızda, aydınlık da. Haksızlık yapanlar da var, haksızlığa direnenenler de.“
Sözel sanatlarda sık sözü geçen bir kavram vardır: İlk ortaya çıktığında buna “şiirsel adalet” (poetic justice) denmiş, başlangıçta yazın demek şiir demek olduğu için. Ama daha sonra herhangi bir öykünün öne geçtiği öteki sözel sanatlarda da kullanılır olmuş. Yapıt ister şiir olsun, ister kısacık bir öykü ya da upuzun bir roman; ister tiyatro oyunu ya da opera senaryosu, isterse de bir sinema filmi. Artık buna öyküsel ya da belki daha iyisi “yazınsal adalet” demek daha doğru olur. Nasıl bir şey bu? Şöyle: Bir sanat yapıtında kişiler ve belli bir toplumsal çevre betimlenir. Olay örgüsü, kişilerin belli bir konudaki çatışmasından ortaya çıkar. Dolayısıyla, haklı olan da vardır öyküde, haksız olan da. Yukarıda sözünü ettiğim sanat ürünlerinin canlandırdığı öykülerde haklının hakkına kavuşmasını, haksızın da eli böğründe kalmasını ya da gerekirse cezalandırılmasını bekleriz. Katilin işlediği cinayet yanına kalmayacak, hırsız çaldıklarından yararlanamayacak, ihanet eden cezasını çekecek, soyguncu yakalanacak, kendi ailesini el üstünde tutarken başkasının ailesine her türlü kötülüğü yapan mafya babası bunun bedelini ödeyecek, zorba yönetici (her kim olursa olsun) tahtından indirilecek ve gerektiğinde yargılanıp içeri atılacaktır. Kısaca söylersek kurmacada adalet yerini bulur ya da izleyici olarak yerini bulmasını bekleriz.
Oysa sanat, yaşamı yansıtır, yansıtmalı deriz bir yandan da. Kargaşa da tam burada ortaya çıkar: Yaşamımız her türlü haksızlıkla doluyken, kötülüğe batmış, başkalarına büyük acılar çektirmiş birçok kötü kişi cezasız kalırken, sanat da bu çarpıklığı yansıtmalı değil mi, yaşamın bu acımasızlığını? Kapitalizmin sömürüsünü, iktidardaki zorbanın yol açtığı haksızlıkları, yaptığı yolsuzlukları, aracı olduğu hırsızlıkları yansıtmalı. Yansıtmalı ki adım başı tanık olduğumuz haksızlıklara karşı içimizde bir isyan duygusu uyansın ve bu adaletsiz düzenin değişmesi için sokaklara düşelim. Bunların hepsi yaşamımızda yok mu? Sanat da buna tanıklık etmeli değil mi? Yazınsal adalet deyip bir yapıtta yaşamdaki acımasızlığın ve çirkinliğin tersini bekleyerek kendimizi aldatmıyor muyuz? Kötüyü hep cezalandırıp iyiyi hep ödüllendirerek… Yazar kapkara bir tabloyu tozpembeye boyayarak, öyküyü beklediğimiz olumlu sonuca ulaştırarak bize masal anlatmış olmuyor mu? Haksız olan her zaman cezasını bulur gibi yanlış ve aldatıcı bir sonuç sunarak içimiz rahatlamış olarak uyumaya göndermiyor mu bizi?
Bu ikileme şu açıdan bakmak gerekir bence: Yazınsal adalet, yaşamda hiçbir haksızlığın olmadığını, haksızın hep cezasını çekeceğini söylemiyor aslında. Yaşam hep günlük güneşlik, tozpembedir; hain kurt cezasını görür, Romeo, Juliet’ine kavuşur, hırsız ve zorba siyasetçi cezasını çeker demiyor. Yaşamda hiçbir haksızlık olmadığını gösteren pembe tablolar çizmiyor sanat; tersine yaşam haksızlıklarla dolu olsa da yaşamın karanlık yönlerinin aydınlık bir çözümünün de olduğunu, olabileceğini göstermek istiyor. Sanattan hep büyük genellemeler bekleyenler yaşamın iki yüzünü gözden kaçırıyor belki de. Doğrusu, karanlık da var yaşamımızda, aydınlık da. Haksızlık yapanlar da var, haksızlığa direnenenler de. Sanat yapıtı bunların yalnız birini yansıtmaz, doğrusu yansıtmamalı da. Karanlık, zorbalık ve cehalet de var dünyamızda, aydınlık, umut ve bilgelik de. Yaşamın bu iki yanını da görmeli, iki yanına da hazırlıklı olmalıyız. Sanat yaşamın ille de bir yüzünü vurgulamayıp iki yüzünü de yansıtmalı. Yaşamdaki ikilik sanat yapıtında da kendini göstermeli. Gerçekçi sanat yalnız karanlığı ya da yalnız aydınlığı değil, gerçeği yansıtmalı, gerçeğin her iki yüzünü.
Anlattığım film mi? That Evening Sun (2009), Akşam Güneşi adıyla oynadı ülkemizde. Yaşlı adamı oynayan, tiyatro kökenli sinema oyuncusu Hal Holbrook’un etkileyici oyunuyla ve gerginliğin adım adım yükselmesiyle soluk soluğa izlenen bir film diyebilirim. Yazınsal adalet mi? Filmin sonunu söylemeyeyim. Ama bu kavramın irdelenmesi açısından ilgiyle izlenebilecek bir film.
–
Hüseyin İçen’in Diğer Sinema Yazıları
Vampir İmparatorluğu
Sığır Çobanı Filmleri Niye Sevilir? (Last Train from Gun Hill)
Yazar ile Yapıt (World’s Greatest Dad / Dünyanın En İyi Babası)
Yazın Uyarlamaları