16 Eylül 2023

Etkili bir metnin uyarlanması elde var olan bir gerçeklik (metin) üzerinden düşünüldüğünde gerçeğe bağlı kalma zorunluluğu, bu his, uyarlamayı kendi başına bağımsız bir eser olmaktan alıkoyar.
Edebiyat uyarlamaları denildiğinde yıllar önce, Reşat Nuri Güntekin’in Acımak adlı romanının televizyonda izlediğim dizisi gelir aklıma. Sanırım gençliğimin, renkli televizyona geçiş yıllarının, henüz sündürülüp uzatılmayan, izleyicinin sabrını zorlamayan dizilerin yapıldığı yıllar…
Buna rağmen merak ve heyecandan sabredemeyip köydeki bir oda bir salon evimizin bir duvarını kaplayan kitaplıktan Acımak kitabını alıp gece 03.00’e kadar okuyup sonuçta ne olduğunu öğrendiğimiz an’ı unutamam.
Tek kanallı yılların, TRT 1’in nitelikli eserler yayımladığı zamanlara denk gelmesi de bunda etkili olmuştur ancak kitapla uyarlanan dizi arasında hiçbir kıyaslama yapmadığımı, ikisini de ayrı ayrı değerlendirip beğendiğimi anımsıyorum.
Edebiyatta sözcüklerin gücü, dilin akıcılığı, olaylarla duyguların bütünlük içinde okuyucuya aktarılması önemlidir. Okurun kendini sarmalandığı hissini veren atmosfer yaratılmışsa beğeni ve etkilenme üst seviyededir.
Gerçek bir olayın anlatımında bile öyküleme, kurgu, dil, biçem yetersizse bir edebiyat metni oluşamaz. Yaşanmış olay ne kadar etkili olursa olsun, anlatımdaki yetersizlik, o metnin okunmasına engeldir. Hatta çoğu kez yaşanmışlık, özgürce kurgu yapmaya, olayı daha etkili kılacak yan hikâyeleri araya serpiştirmeyi de kısıtlayabilir. Birebir yaşanmışlıktan kopabildiği, yazarın zihninde yarattığı etkileşim oranında özgür ve özgün, bir o kadar da sağlam metin çıkar.
Bu durumda etkili bir metnin uyarlanması da elde var olan bir gerçeklik (metin) üzerinden düşünüldüğünde gerçeğe bağlı kalma zorunluluğu, bu his, uyarlamayı kendi başına bağımsız bir eser olmaktan alıkoyar.
Görsel sanat olarak film, kullanılan müzik, ışık, sahne, boşluklar gibi pek çok unsurdan yararlanır. Metne birebir bağlı olma hissi, metnin görünen gerçeğine sadık kalma duygusu, yönetmenin elindeki bütün enstürümanları özgürce kullanmasını, konuyu eğip bükerek yeniden, farklı bir metin yaratmasını kısıtlar.
Hem edebiyat metninde hem de uyarlamada, yazarın ya da yönetmenin zihninde yarattığı atmosferin okuyucuya/izleyiciye başarıyla aktarılması önemlidir. Bu bağlamda metin kendi başına, uyarlama da kendi başına güçlü ve nitelikli bir sanat eseri olma yoluna girmelidir.
Buna, yirmi yıl kadar önce izlediğim Ağır Roman’ı örnek gösterebilirim.

Metin Kaçan’ın 1990’da yayımlanan kitabını okuyup bitirdiğimde kapağı usulca, acele etmeden, gözlerim bir noktaya dalmış, metnin gücüne kendimi bırakmış, sözü edilen mekânın ve olayların içinde buharlanarak geziniyordum hâlâ.
Farklı, bilmediğim bir kültürü yakından tanımamın etkisini de göz ardı etmemekle birlikte metnin, ruhumda yarattığı bulanıklığı, şaşkınlığı, bir süre kendi gerçekliğime dönememe halimi unutamıyorum.
Olaylar, kurulan cümleler, kurgu kalmasa da okurun aklında, sonunda sarmalandığı ruh halidir önemli olan. Ancak bu sonu, ayrıntıların ince ince işlenmesi oluşturur.
1997 yılı yapımı filmi sinema salonunda izlediğimde tıpkı kitaptaki gibi bir dumana, bulanıklığa esir düşmüştüm. Filmin sonunda müzik devam ederken tüm oyuncuların adlarını okudum, koltuğa yapışmıştım sanki. Kalkamıyordum. Bir süre daha film müziği kulaklarımdaydı, ağır adımlarla yürüyüp dışarıda bir banka kendimi bırakmıştım.
Buradaki başarı, kitabın etkisiyle yönetmenin bu metni yeniden, başka bir sanat dalında yaratma dürtüsü olsa gerek. Yönetmenin ruhunda yaşattığı duygular, kargaşa, kendi aynasından; renk, müzik, sahne kullanılıp görsel bir şölene, estetik düşünceye dönüşüp bize yansımıştı.
Kitabı okuduğumda gerçekliğini sorgulamadığım gibi filmi izlediğimde de kitapla karşılaştırmadım.
İki farklı sanat eserinin kendi gücünü, özgün yaratımını hissettim.
Aslında bir metin ve uyarlamanın karşılaştırılmasına neden, ikisinden birinin sanatsal düzeyinin belirgin şekilde diğerinden düşük ya da yüksek olmasıdır. İki eser de kendi enstrümanlarını çok iyi kullandığında ve bağımsız bir eser olarak beğenildiğinde karşılaştırmanın pek de gündeme gelmediğini düşünüyorum.
Yabancı eserlerin uyarlamalarına gelince… Başka bir dilden Türkçe’ye çevrilmiş bir metnin, ana yazım dilinden doğrudan filme uyarlanmış başka bir yaratım karşılaştırması yaptığımda işler sarpa sarar.
Anna Karanina örneğini, yine kendi gözlemlerim ve deneyimlerim üzerinden vereceğim. Çeviri eserlerde çevirinin de birebir cümle yapısıyla aktarılması, aktarıldığı dilin özelliklerine ve estetiğine uyulmaması, akıcılığı bozacağı için okunma keyfini de kaçırır. Hangi yayınevi ve hangi çevirmenin olduğunu anımsamıyorum, zorla okumaya çalıştığım kitabı, son çeyreğinde bırakmak zorunda kaldım. Oysa filmini sevmiştim.
Burada da ilk metne sıkı sıkıya bağlılık zorunluluğu hissetme, tıpkı yönetmenin kısıtlanmış alanı gibi çevrildiği dilin estetik cümle yapılarından yararlanmayı engellediği düşüncesindeyim.
Uyarlanan eserlerden metni okumamakla birlikte 1984 yapımlı Amedeus Mozart filminden sonra, klasik müzikten pek hoşlanmadığım halde, düşte gezer gibi eve gelip Mozart’ın klasik müzik kasetini teybe yerleştirip hâlâ filmin etkisiyle birkaç gün geçirdiğimi paylaşmak isterim.
–