17 Aralık 2023
MELİH CEVDET ANDAY

Tolstoy’un köyü. Bu büyük romancının yaşadığı, yarattığı, sonra bir gece yarısı doktorunu uyandırarak gizlice arabasına atlayıp kaçtığı evi görmek heyecanlandırıyor beni. Otomobilimizi aşağıda bırakıp sık ağaçlı yoldan yürüyoruz. Az sonra soylu romancının evi karşımıza çıkıyor.
Tolstoy burayı Kont Bolkonski’den satın almış. Savaş ve Barış’ın kahramanlarından Bolkonski. Şaşırtıcı bir şey, iki katlı bir Göztepe köşkü. Evin içinin sadeliği, sabitliği daha da şaşırtıcı. Kont Lev Tolstoy’un malikânesi deyince karşınıza bir saray ya da küçük bir saray çıkacak sanırsınız. Alt katın küçük holünden dar bir merdiven çıkıyor yukarı. Önce salon… Burada iki piyano ve yemek masası var. Masada Tolstoy’un oturduğu iskemle, baştan ikinci. Oradan içeri, romancının çalışma odasına geçiyoruz. Masanın üzerinde şamdanlar, açık duran bir kitap, son okuduğu kitaptır bu, Dostoyevski’nin Karamazof’ları. Oradan da yatak odasına geçiyoruz. Basit bir karyola, yıkanma kapları, duvarda gocuğu, tüfeği… Kısa boylu, sakallı, sert bakışlı romancı bir yerden karşımıza çıkacak sanki.

Gene aşağı iniyoruz. Doktorunun yattığı oda, onun yanında misafir odası. Çehov burada kalmış. Gorki’nin de belki bir gece bu yatakta yatmış olduğu tahmin ediliyor. İkisinin, Tolstoy ile Gorki’nin bahçede çekilmiş bir fotoğrafları var. “İşte şu ağacın altında çekilmiş.” diyorlar.
Resimde Tolstoy elleriyle kemerini tutmuş, kaşları çatık, delici bakışlarla bakıyor. Gorki ise başını gururla geri atmış.
İşte orada Alman faşistlerinin rezaletini dinliyoruz. İkinci Dünya Savaşı’nda buraya kadar geliyorlar. Tolstoy’un evinde karargâh kuruyorlar. Ama çekilmek zorunda kaldıkları gün, bu büyük romancının evini yakıp yıkmaya kalkıyorlar. Nefretimi yazıyorum aşağıdaki deftere. Sonra dışarı çıkıyoruz. İşte Tolstoy’un arabası, arabalıkta duruyor. Bir gece yarısı bu araba ile kaçmıştı. Doyulmaz güzellikteki bahçeden büyük romancının mezarına gidiyoruz.
Bu sırada yanımızdan iki köylü geçti. Bunlardan biri çok yaşlı idi. Uzun boylu bir köylü. Yanımızda müze müdürü de var. Ben “Sorabilir miyiz şu yaşlı köylüye?” dedim “Acaba Tolstoy’u görmüş mü?”
Seslendiler. Adam durdu. Biraz Gorki’ye benziyor, uzun bıyıklı, zayıf, ince. “Bir kez konuştum kendisiyle.” diyor.
Yaşar Kemal hemen fotoğrafını çekmek istiyor. Ama adam eliyle önledi onu. “Ben önemli bir adam değilim, çekmeyin fotoğrafımı.” dedi. Sonra anısını anlattı. Çar polisinden eziyet görmüş, bir atın arkasına bağlayıp sürüklemişler, sonra da hapse atmışlar. İçerdeyken bir gün hapishane müdürü onun da bulunduğu koğuşu teftiş ediyormuş, önünde durmuş. Köylü “Ben ayağa kalkmadım.” diye anlattı. “Tolstoy başımdan geçenleri duymuş, bir tanıdıkla çağırttı beni hapisten çıktıktan sonra. Bir akşam gittik.”
Önce aşağı katta oturmuşlar. Yemek zamanı, Kontes Tolstoy “Yemeğe gelsinler.” diye haber yollamış, çıkmışlar yukarı, Tolstoy daha ortalıkta yokmuş, yandaki odadan girmiş içeri, köylünün ta burnunun ucuna kadar sokulmuş.
“Bakışları sanki delip geçiyordu.” diyor. “Sakalları değdi göğsüme. Kısa boylu bir ihtiyardı. Bana ‘Kusura bakma, seni hemen tanıyamadım, görüşmeyeli çok oldu herhalde.’ dedi. ‘Hayır’ dedim ‘ilk görüyorsunuz beni.’ Sonra oturduk, başımdan geçenleri dinledi yemekte. ‘Hapishane müdürüne ayağa kalksaydın keşke, o da bir insandır.’ dedi.”
Teşekkür edip ayrılıyoruz köylüden. Edebiyat fakültesini bitirmiş, Tolstoy üzerine çalışmış olan genç müze müdürü “Konuşmalar tam Tolstoy’un konuşmaları, onun üslubu.” dedi.

Az sonra Tolstoy’un mezarındayız. Ağaçların arasında küçük bir tümsek. Üstü yemyeşil. Buraya çiçek getirmek yasaktır. “Yasak olmasa her gün yığınla insanın getirdiği çiçeklerden mezar kaybolup giderdi.” diyor müze müdürü.
Öğle yemeğimizi aşağıda küçük, şirin bir lokantada yedikten sonra kırlar, bağlar, bahçeler, kolhozlar arasından karakteristik Rus köylü evlerinin arasından geçerek geri dönüyoruz.
.
Kaynak: Türk Dili, Aylık Dil ve Edebiyat Dergisi, Gezi Özel Sayısı, 1 Mart 1973, Sayı 258.
.