Sana İnci Kolye Aldım

SEVDA MÜJGAN
12 Mayıs 2023


1.
Aliye, babaannesinin odasının kapısını araladı. Yaşlı kadına, yıkanacak çamaşırları olup olmadığını soracaktı. Onun uyuduğunu görünce kapıyı sessizce kapattı. Evin avluya açılan kapısına doğru ilerledi. Dışarıya çıktığında ablası Asiye’nin çamaşırları yıkamaya henüz başlamadığını gördü. Avlunun solunda sacayağına yerleştirilmiş kazandan buharlar yükseliyordu. Kazanın altında yanan odunların alevleri hafif rüzgara uyup sağa sola savruluyordu. Çamaşırlar aklanıp paklanmak için iki kardeşi bekliyordu. 

Çarşamba günleri ilçeye pazar kurulurdu. Aliye’nin ve Asiye’nin dedesi, babası, anası köylülerin çoğu gibi pazardaydı. Kız kardeşleri de çamaşırlar yıkanırken ayak altında dolaşmasın diye pazara yollanmıştı. 

Asiye, kaynayan kazandaki çamaşırları elindeki değnekle çevirmeye çalıştı. On beş yaşındaki bir genç kızın kol kuvveti bu işin üstesinden pek de kolay gelemiyordu. Yardımına kardeşi yetişti. Ateşi çevreleyen taşların önündeki değneklerden birini eline aldı, kazana daldırdı. Her zamanki alaycılığıyla  “Halime Sultan, güzellik uykusuna yatmış.” dedi.

“Alay etme! Günahtır. Bir gün hepimiz yaşlanacağız.”

Aliye, kazana daldırdığı değneğin yakaladığı yastık kılıfını ayaklarının dibindeki boş leğene bıraktı. “Ben de yaşlanıp güzellik uykusuna yatmak istiyorum.” 

“Densiz densiz konuşma!”

Genç kız, dedesinin lastik çizmelerini Asiye’nin ayağında görünce bu kez de ona takılma fırsatını kaçırmadı. “Benim ablama ne giyse yakışır!” 

Oysa Asiye’nin derdi başkaydı. Tokaç taşının üzerinde duran sabun kalıbı iyice küçülmüştü. Bunca çamaşıra yetecek gibi görünmüyordu. “Eyvah!” dedi. “Arap sabunu! Nasıl da unuttuk?” 

Köyde bahçeler ve tarlalar, evleri birbirinin uzağına itmişti. Yanı başlarında bir bakkal dükkanı ise sahip olmadıkları bir lükstü. Aliye’nin dudaklarında muzipçe bir gülümseme belirdi. “Dur, ben bir koşu bakkala gidip alayım!” 

Asiye’nin çubuğuna yakalanan el havlusu leğene doğru yol alırken genç kız kardeşini onayladı. “Doğru, bir koşu amcamlara gidip sabun iste!”

Aliye, ablasının sözünü ikiletmedi. Bahçe kapısına doğru koşturdu. İçinden yaşasın sabun diye geçiyordu. Ne çamaşırlar bir yere kaçıyordu ne onlar. Öyleyse küçük bir ara vermekte hiçbir sakınca yoktu. Bahçe kapısından çıkar çıkmaz gözüne karşıdaki camii takıldı. Arkasına dönüp ablasına muzipçe gülümsedi. “Caminin önünden geçerken Nihat’a da selam söyleyeyim mi?” 

Nihat, camide hocaydı. İki ezan arasında kimi zaman onlara konuk olurdu. Ama bugün ortalarda görünmüyordu.   Kızlar evde yalnızken görünmesi de yakışık almazdı zaten. 

Asiye’nin aklından kardeşini “Durduğun kabahat!” diye yanıtlamak geçtiyse de onun sözünü ciddiye almasından korktu. Bu deli kıza, eğlence olsundu! Kardeşinin ardından “Fazla konuşma!” diye bağırdı. 

Babaannesi “Ben kardeşimin torununu, kendi torunuma alacağım.” dediğinden beri Asiye’nin ve Nihat’ın gönülleri birbirine akmıştı. O gün bugündür bütün köy onları sözlü saymıştı. Aralarında yalnızca iki yaş vardı. İkisi de daha on sekizine değmemişti. Yıllar pek ağır geçiyordu. Asiye’ye sorsalar  bir an önce gönlüne dolup taşan duyguların ardına takılıp teliyle duvağıyla onun helali olmak istediğini söylerdi. 

İki gün öncesini anımsayınca genç kızın canı sıkıldı. Anası, taze fasulye toplasın diye bahçeye göndermişti onu. Evin hemen arkası. Fasulyeleri koyduğu kabın yarısı bile dolmamışken duyduğu çatırtıyla ödü kopmuştu. Gözlerini sesin geldiği yöne çevirdiğinde Nihat’ın bahçeyi çevreleyen çitin üzerinden bahçeye atladığını görmüştü. Fasulye sırıklarının arasına saklanmak istese de geç kalmıştı. Bir gören olur, gizli gizli buluştuklarını sanır diye çok korkmuştu. Köyün diline düşmek işten bile değildi. Yoksa Nihat’tan ona kötülük gelmeyeceğini biliyordu. 

Asiye’yi görünce Nihat’ın yüzü ışımıştı. Yanına yaklaşmış, aralarında iki adım kala durmuştu. Utana sıkıla “Asiye” demiş, avucunda tuttuğu inci kolyeyi ona uzatmıştı. “Sana aldım.”

Onun böyle güzel bir kolyesi hiç olmamıştı. Yüreği bir hoş olmuştu ancak kolyeyi alabilir miydi? Onu boynuna takabilir miydi? Onlara ne alınacaksa anası alırdı.  Görse “Nereden buldun sen bunu?” dese ne yanıt verirdi ona? Yanakları alev alev yanarken “İstemem!” deyip eve doğru koşmuştu. Belki de gönlünü  kırmıştı, gücendirmişti Nihat’ı.  

Asiye, elindeki değneği yeniden kazana daldırdı. Birden arkasında duyduğu bir sesle irkildi. “Kolay gelsin.”

Döndüğünde uzaktan akrabaları olan Necip’le karşılaştı. “Hoş geldin.” dedi.

“Anan baban yok mu?”

Genç kızın içine bir kurt düştü. Bu adam bahçede ne arıyordu? İçeriye nasıl girmişti? Aliye kapıyı kapatmamış mıydı giderken? Anasını babasını ne demeye soruyordu? Gerildiğini hissetti. “Yok. Bir söyleyeceğin mi var anama babama?”

Necip, genç kızın koluna yapışıp onu kendine doğru çekince Asiye kazana daldırdığı değnekle ona vurmaya çalıştı. “Bırak beni!” Çubuğu tutan eline yapışan kaba bir elin zoruyla değnek parmaklarının arasından kayıp yere düştü. Birden çevresinde üç kişi daha belirdi, genç kız korkudan hareketsiz kaldı. Kollarından tutup onu sürüklemeye başladıklarında “Kurtarın beni!” diye çığlık çığlığa bağrmak istedi. Sesi çıkmadı. Bedeninin denetimini yitirdi. 

Caminin arkasındaki dar sokağa girdiklerinde Nihat’ın camiide olabileceği aklından geçince birden sesine kavuştu. “Kurtarın beni! İmdat!” Bedenine güç geldi. Kollarından tutup onu sürükleyen ellerden kurtuldu. Sokak çamur içindeydi. Sırt üstü çamura düştü. Yazması başından kaydı. Özenle tarayıp ördüğü sarı saçlarına yapışan bir el, onu çamurdan çekip çıkardı. Bedeninin yükünü taşımak zorunda kalan saçları, diplerinden kopmamak için direndi. Duyduğu acı genç kızın soluğunu kesti.

Delikanlıların ikisi Necip’le aynı yaştaydı. Daha askere gitmemişlerdi. Kara saçlı, kara bıyıklı olan onlardan büyüktü. Silahını çekip genç kıza gözdağı verdi: “Kes sesini! Yoksa vururum seni!”

“Vur!” dedi Asiye “Vur!” Ölmek ne ki! Vur!”

Kara saçlı, kara bıyıklı adam, gözdağının işe yaramamasına aldırmadı. Genç kızın yürümesine engel olduğunu fark ettiği lastik çizmelerinin ucuna basarak onları ayağından çıkardı. Asiye’nin çıplak ayakları çalılara, dikenlere karşı savunmasız kaldı.   

2.

Kötü haber tez ulaşır. Tez ulaştı pazar yerine. “Necip, Asiye’yi bastı!” Duyulmadık iş değildi. Delikanlılar, sevdiklerini kaçırırdı. Hele de biliyorsa, biliyorsa ki dengi görmeyip vermeyecekler kızı ona…  Elin çulsuzu Asiye’nin elbette dengi değildi. Hemen jandarmaya haber verildi. Arkalarına düşüldü. Kızın yaşı küçük… 

Gecenin geç saatlerinde uzak bir köyde Necip’in akrabasının evinde yakalandılar. Dayısı, Asiye’yi kolundan tutup bağırdı: “Bizimle mi geleceksin, bu adamla mı kalacaksın?”

Asiye de bağırdı: “Niye bu adamla kalayım dayı!”

Genç kızın Necip’e kendi isteğiyle kaçmadığını ortaya koyan bu sözler aile büyüklerinin yüreğine su serpti. 

Asiye, öğle vakti kollarından sürüklenerek çıkarıldığı evine sabaha karşı aile büyüklerinin yanında döndü. Babaannesi, anası, kardeşleri… kimsenin gözüne uyku girmemişti. Kızının hırkasına sarılıp sarılıp ağlayan anası, onu yeniden karşısında görünce bu kez Asiye’yi bağrına bastı, birlikte ağladılar. 

3.  

Aliye, köyün pınarından doldurduğu kovaları mutfak tezgahının altına bırakırken kulağına babaannesinin ve halasının sesleri çalındı Pencere açıktı. Dışarda, pencerenin önündeki sedirde oturuyorlardı. Babaannesi, ağlamaklı bir sesle “Ah, benim talihsiz torunum!” diyordu. 

“Necip’in amcası, iki kesim yer satmış. Ona buna para yedirip uyduracak işi.”

“Asiye varmaz Necip’e. Ölürüm de varmam, diyor.”

“Ne yapacağız ana? Herkes biliyor, ilişmemiş Necip ona. Muayenede sağlam çıktı. Ama kim evlenmek ister artık onunla?”

“Ben torunumu, kardeşimin torununa verecektim.” 

“Kardeşinin torunu alır mı artık Asiye’yi?” 

“Asiye’nin Nihat’tan başkasıyla evlenmesine benim rızam yoktur. Günyüzü görmesin o Necip deyyusu!”

“Altı aydır hapiste. Gün yüzü gördüğü yok zaten.”

Aliye, duyduklarını anlamlandırmakta zorlandı. Asiye’yi Necip’e vermeyi mi düşünüyorlardı? Dedesi, babaannesi, babası, annesi hiç kimse buna yanaşmazdı. Halasına ne oluyordu? Eniştesi bir işler çeviriyor olmasın? 

O biliyordu ki Asiye’nin gönlü Nihat’ta, Nihat’ın gönlü Asiye’deydi. Genç adam, “Asiye’yi basmışlar.” haberinin ona ulaştığı sabah, namazın iki rekat sünnetini kıldırdıktan sonra iki rekat farzını dört rekat olarak kıldırmıştı. Belli ki aklı başında değildi. Cemaat halden anlamıştı.  

Duyduklarından sonra Aliye’nin içine kurt düştü. Oldu bittiye getirip Asiye’yi Necip’e verirler miydi? Verirlerdi. Geçenlerde kızı vermiyorsunuz diye dedesinin hayvanlara yedireceği samanlarını yakmamışlar mıydı? Onu yeni gözdağları izleyecekti. Kimbilir başka ne işler edeceklerdi? Anası babası ona nereye kadar sahip çıkabilecekti? Babaannesi “Benim rızam yok!” diyordu. Sözünü çiğneyip geçerler miydi? Yüreğini bir telaş sardı. Halası, gider gitmez soluğu babaannesinin karşısında aldı. “Halime Sultan” dedi “Asiye canına kıyar, Necip’e varmaz.”

Babaannesi de onu destekledi. “Canına kıyar!” Gözlerinden taşan iki damla yaşı yazmasının ucuyla sildi.  “Vah benim karayazılı torunum!”

Aliye’nin içinde küçücük bir umut ışığı yandı. “Nihat, Asiye’yi seviyor.”

“Bu olanlardan sonra…”

Genç kız, babaannesinin sözünü kesti. “Asıl bundan  sonra olacaklardan korkalım! Ya ablam canına kıyarsa…” 

Kaçırma olayından sonra evde adeta sıkıyönetim ilan edilmiş, kızların tek başlarına evden ayrılmaları yasaklanmıştı. Ha hapishane ha onların evi… Camii dediğin avludan dışarıya çıkınca 6-7 adım. Ancak avlu kapısından çıkamazdı. Bir gören olurdu. Evin arkasındaki çitten atlayıp… Biri görecek duyacak olsa yiyeceği dayağı düşünmek bile istemedi. Ama Nihat’ın haberi olmalıydı. Haberi olmalıydı, bir işler edip Asiye’yi Necip’e verecekler. Asiye, canına kıyacak!

4. 

Asiye, olanlardan sonra Nihat’ın onu isteyip istemeyeceği düşüncesiyle kıvranıp duruyordu. Bilse Nihat alacak onu, bir an düşünmeyecek, bohçasını kapıp düşecekti yola. Ama korktu. Ya “Ben dile düşmüş kızı helalim yapmam!” derse… Genç kız hepten ortada kalırsa… 

Kardeşi odasına girdiğinde Asiye’nin pencerenin önündeki sedirde oturduğunu gördü. Genç kız, akmaktan yorulmuş gözyaşları içinde avluya bakıyordu. Sanki avluda, çamaşır kazanının başında Necip onu yeniden yeniden kaçırıyordu. Necip’in saç örgülerini kavrayan esmer, kaba elinden asla kurtulamayacağını sanıyordu.  

Aliye, sedire ablasının yanına oturdu. Onun yumruk yaptığı avcunu uzanıp açtı. Öbür avcundaki inci kolyeyi Asiye’ninkine bıraktı. Genç kız, inci kolyeye inanmayan gözlerle baktı. Bu, Nihat’ın ona verdiği, onun da almaya korktuğu kolye miydi? Kardeşi ışıldayan gözlerle, sabırsızlıkla fısıldadı: “Nihat, ben Asiye’yi alıp İstanbul’a götüreceğim.” diyor.   

Asiye, sözün arkasını dinlemedi. Yerinden fırladığı gibi bohçasını hazırlamaya koyuldu.