Sadece Aşk mı Kurtarır İnsanı? “Cadı Ağacı”

ÖZEL DOSYA: AYLA KUTLU

9 Kasım 2024
ÇİĞDEM ÜLKER

Ayla Kutlu’nun deneysel romanı Cadı Ağacı’nı okuyunca Romalı Juvenalis’in sözü geldi aklıma: “En büyük ceza odur ki hiçbir suçlu kendi kendisinin yargıçlığından kurtulamaz.” Kitabın meselesi biraz da bu ama yine de başka bir final mümkün müydü, diye düşünüyorum. 

Cadı Ağacı’nın başkişisi “Jinekolog Nilüfer” sanık sandalyesine kendi isteğiyle oturuyor ve başlıyor kendisini yargılamaya. En ağır hükmü, ölüm cezasını veriyor kendine. 

Yazar, romanı böyle bitiriyor ama başka bir hukuk adamı da aklımı karıştırıyor.  Ceza yasasını hümanist doktrin açısından yorumlayan bilge avukat Faruk Erem’in ünlü cümlesi de bir başka hükmün mümkün olabileceğinin sanki işaretini veriyor: “Suçluyu kazıyın, altından insan çıkar.”  

Edebiyat eserleri; metnin odağına koyduğu insanı, diğer sosyal bilimlerin yaklaşamadığı bir noktadan anlamaya çalışıyor. Edebiyatın insana baktığı pencereden ne psikoloji ne sosyoloji ne de hukuk bakabiliyor. Bilim, o pencereye yaklaşamıyor bile. Edebiyat; insanın duygularını, yaşadıklarını sadece edebiyatçıya has bir duygudaşlıkla anlatıyor. Yazarlar; çatışma yaşayan insanın eylemlerini metinde tartışırken başka şekilde yaşanabilir miydi, sonuç farklı olabilir miydi sorusunu önümüze koyuyor.  Nitekim Cadı Ağacı’nın kahramanı Nilüfer’i okurken Sait Faik’in Kayıp Aranıyor‘unu hatırlıyorum ve bu romanın sonunun farklı olup olamayacağını kendime soruyorum. Sait Faik romanındaki Nevin’in sonu başka olabilir miydi sorusunu yanıtlamak için kitabı yeniden okumak gerek ama Cadı Ağacı’nın Nilüfer’ini intihara yürürken hemen yanı başından seyrediyoruz. 

Cadı Ağacı’nın Jinekolog Nilüfer’i; fiziksel ve ruhsal bir sapması olmayan, varlıklı, sağlıklı, akıllı bir kadın.  Yazar Ayla Kutlu, büyüteçin altına koyduğu bu kadının intiharını ve bir hayata dönüşemeyen nafile ömrünü kurgularken okuru da düşünmeye davet ediyor. Başka türlü olabilir miydi? Başka bir hayat mümkün müydü? Romanın daha ilk sayfalarından hemen anlıyoruz ki Nilüfer’in içinden çıkamadığı çatışmalar ve sürüklendiği depresyon büyük ölçüde “kadın olmakla” ilgilidir. Ve ne yazık ki romanın yayımlandığı 1983’ten bu yana ülkemizde kadını çevreleyen toplumsal kabullerde ve koşullarda pek de bir değişiklik olmamıştır. Hatta Cadı Ağacı’nın kadını bu gün yazılmış olsa tercihlerinden ötürü belki daha derin düşkırıklığı yaşayacaktır.

Romanın fonundaki Ankara, onu o günkünden daha yüksek bir anlayışsızlık duvarının önünde yine çaresiz bırakacaktır. 

İnsan Kalmak Bütün Zamanlarda Zor 

Bu kitap,  Nilüfer’in hayatına giren her insanı ve onunla ilişkisini yeniden düşündüğü bir iç konuşmanın adeta şifre dökümüdür. Ayla Kutlu, yüz doksan dört sayfa boyunca kendini yargılayan Nilüfer’in hayali duruşmasını okura sunar. 

Kadının kendisiyle özdeşleştirdiği  bir ağaca verdiği isim “Cadı Ağacı”dır. Ölen sevgilisinin mezarına diktiği o gül ağacı tutmamış, kupkuru bir “cadı ağacı” olmuştur. Dokununca yaprakları dökülüp kendi köküne yığılan bir cadı ağacı. “Kurumuş ve meyve tutamayacak kadar yaşlanmış bütün ağaçlar bir cadı ağacıdır aslında” (sayfa 64) Boşuna değildir farklı davranan kadınlara bütün dünyada yüzyıllarca “cadı” denmesi ve yakılarak yok edilmesi. 

Nilüfer’i cadılık’la tanıştıran ilk tecrübesi meslektaşıyla yaşadığı aşktır. Ölüm, bu sevgiliyi alır götürür ama aşkın bilgisiyle donatılan kadını artık hiçbir şey teselli edemez. Coşkuyu ve mutlu bir dünyanın güzelliğini fark etmiştir; üstelik daha önceki bir kazada ölen evladının acısını sadece bu aşkla unutabilmiştir. Gecekondu mahallesinde bir doktor olarak yaşadığı düş kırıklığını bu aşkla onarmış, sevgilisinin evli olmasına bile aldırmamıştır. Yunus’un “Aşk gelince cümle eksikler gider” dediği gibi  Halil’le  kendini ve yanlışlarını affedebilmiştir. Bu aşk, onu bir “cadı ağacı”na dönüşmekten kurtarabilecek, yaşamasını sahici kılacak tek ümittir. 

Adamın evli olması, ümidini kıran bir engeldir; ölümü ise her şeyi yok eden kötü şans. “Bir gün bu kadar yalnız kalabileceğini düşünmemiş olması beyaz karton gibi asılır boynuna.” Yaşadığı aşk, bedelini ölümle dahi ödeyemeyeceği bir hayat borcuna dönüşür. “Keşke İsmet gibi yalınkat olsaydı o da. Bu kadar suçluluk duymadan, her şeyi irdelemeden, düşündüğü gibi davranan biri olsaydı, yaptıklarının doğruluğuna inanıp yürekten savunsaydı, kendine inansaydı.” (sayfa 75) diyerek kendini yargılar ama Leibniz’in dediği gibi “mümkün dünyaların en iyisi budur” ve Nilüfer zaten yaşayabileceğini yaşamaktadır. 

Mesleğiyle yardım edeceği insanlar, başkalarına faydalı olma arzusu, yoksullara destek olma isteği, kardeşe sığınma ihtiyacı, hepsi umarsız çabalardır. Ülke, 12 Eylül travmasını yaşamaktadır. Evinde saklamaya cesaret edemediği kaçak gencin polisin eline düşmesi Nilüfer’e taşıyamayacağı yeni bunalımlar yükler. İnsancıl bir doktor olma çabasını bir türlü gerçekleştirememekte, giderek yalnızlaşmakta, acınası bir dışlanmayı yaşamaktadır. “Bir gün bu kadar yalnız kalabileceğini, yalnızlığın böyle korkunç olacağını aklına getirmemişti. İnsanlarla, resimle, müzikle, edebiyatla ve doğayla kurmak istediği bağların her biri, ucu eline gelen iplere dönüşmüştü. Sıkılmıştı, yalnızdı, yorgundu. Aynadaki yüzünden tiksinti duyduğu sabahlar giderek artıyordu.” (sayfa 27) 

Ayla Kutlu; Nilüfer’e depresyondan kurtulabilmesi için iki şans verir: Onu Çinçin Mahallesi’ndeki hastalarının taktığı addan “Kasap Nilüfer” olmaktan kurtaracak; kendine saygısını yeniden yükseltecek iki durum oluşturur. İlki bir kız arkadaş yakınlığıdır. Acaba Nilüfer; Rümeysa ile eşit ve özenli bir ilişki kurabilecek midir? Yardıma ihtiyacı olan Rümeysa’ya soylu bir destek sunabilecek, kendi gözündeki saygınlığını bu yolla kazanabilecek midir? Elbette, bir insanın bizden yardım istemesi aslında bizim için bir büyük şanstır. Bir insanı ezmeden destekleyebiliyorsak, kırmadan ona yardımcı olabiliyorsak önce kendi gözümüzde yüceliriz.

 Evet, Rümeysa, Doktor Nilüfer’in yardımına muhtaçtır ama Nilüfer; bu şansı nasıl kullanacaktır? İkincisi; eski dostu Tahsin ile bir erkek-kadın ilişkisini yaşayabileceği bir durumun oluşmasıdır.  Tahsin, onun her zaman dostu olmuş, onu incitmemiş, onu kullanmamış bir insandır. Ama Nilüfer, bu şansı nasıl kullanacaktır? Acaba Nilüfer; “Cadı Ağacı” olmaktan, “Kasap Doktor” diye anılmaktan, eleştirilmekten ve dışlanmaktan kendini kurtarabilecek, aklını ve bedenini yeniden yeşertebilecek midir? 

Evet, çocuğunun kazara ölümü ve bu kazaya anneannenin sebep olduğu düşüncesi Nilüfer’in büyük şanssızlığı ve belki de depresyonunun başlangıcıdır ama şanssızlığın karanlığını aşabilmek biz insanlar için her zaman olasıdır. Alışkanlıkları değiştirme, kendini yeniden yapabilme imkânı bizim için çoğu zaman vardır. 

Kaderi Yazan Sadece Şanssızlıklar mı?

Yazar, roman kişisi Nilüfer’e bu imkânı vermez. Nilüfer hem kız arkadaşı Rümeysa’yı hem de sevgilisi olabilecek Tahsin’i bencilce kullanır, onların duygularını değil kendi isteklerini ön plana koyar. Ve elbette ikisi tarafından da hakarete uğrar ve terk edilir.  Nilüfer,  evrensel ahlâk yasasını her iki durumda da çiğnemiştir. Şöyle der, Kant’ın Ahlâk Yasası: “Her davranışında insanı araç olarak değil,  amaç olarak gör” ve “Öyle hareket et ki davranışların her defasında evrensel bir kuralla da uygunluk içinde olsun.”

Romanın sonunda Nilüfer, yapabileceği tek şeyi yapar. Arabasıyla ters yola girer ve direksiyonu bir TIR’ın üstüne doğru kırar. Ölüme giderken bile yine sadece kendini düşünerek davranmaktadır. TIR şoförünün bundan ne büyük bir zarar göreceğini, belki öleceğini aklına bile getirmemektedir. Son eylemiyle de başka bir insana zarar verdiğinin farkında bile değildir. Değildir de neden bu kadın bu kadar kaba ve duyarsızdır? Niçin yaşadıkları ona bir şey öğretmemektedir? Anlatı boyunca, kendi üzerinde düşünen, olayları sebep sonuç ilişkisi içinde görebilen, olayları irdeleyebilen Nilüfer; niçin kendini değiştirememektedir? 

Bence romanın meselesi budur ve ne yazık ki dünya, Nilüfer’lerle doludur. Yeteneklerini kullanmayan, kendini değiştiremeyen, sadece kendine acımakla kalan, yalnız kendini düşünen, zeki,  ama faydasız cadı ağaçlarıyla. Ayla Kutlu’nun ilmek ilmek ördüğü Nilüfer karakteri, hem çok tanıdıktır hem de çok tipiktir. 

“Cadı Ağacı “bütün zamanların en bilindik ağacıdır. Kökü kısa, dalı zayıf, her rüzgârda kırılan , eğilen. Ve her zaman en çok rastlanan.