OKURKEN

HÜSEYİN İÇEN
25 Mayıs 2023

Çizim: Aygül Aydoğdu

O yontuyu Rodin yapar, o senfoniyi Beethoven besteler, o oyunu Shaffer yazar. Biz ölümlüler de diz çökeriz büyünün önünde. Hem yetersizliğimizi hem aydınlanmamızı birlikte hissederiz.

Friedrich W. Nietzsche gibi, Denis Diderot gibi, Bertrand Russell ya da G. Bernard Shaw gibi büyük yazar ve düşünürleri yeni baştan okuduğumda her zamanki gibi yazar ve insan olarak sığlığımı ve zavallılığımı düşünürüm. Değişik yollardan bunu hissettirirler bana. Özellikle bu dördü, bir de Ralph Waldo Emerson belki. Hem yazar olarak ürkütürler beni hem düşünür olarak. Kimisinin düşüncelerinin ve dünyaya bakışının heybetinden dolayı kaçacak delik ararım. Kimisinin ortaya attığı görüşlerden benim de düşünebilmiş, söyleyebilmiş olmam gereken düşüncelerinden, kusurlu kişiliğimi, kültür eksikliğimi, bilgi yoksunluğumu görürüm. Kimi zaman, onlar benim de aklımdan geçen düşünceler olduğu için yakın bulurum onları kendime. Ama benim kekeme dilim o düşünceleri onlar gibi anlatamamamıştır. İstediğim kadar okuyacak, çalışacak olsam da edinemeyeceğim bir giz vardır o anlatımlarda. O, büyülü bir biçemdir. Kimi yazarların büyük yazar olmasını, üne ulaşmasını, çeviriyle bile sarsılmamasını o biçem sağlamıştır. İstediğimiz kadar başka (ulusal, siyasal, ideolojik) nedenler  bulmaya çalışalım, o büyü kimi yazarda var, kimisinde yoktur.

Donanım çok önemli elbette bu büyüye erişebilmek için. Ama bu, donanımı olduğu halde o büyüye ulaşamayanların olduğu gerçeğini değiştirmez. Belki bir gün DNA’larımızın etkili olduğu bir salgı bulacaktır bilim, bu büyüyü yaratan; ya da beynimizin belli bir bölgesindeki bir kıvrımlar karmaşıklığının bu işin nedeni olduğu anlaşılacaktır. Ama o zamana kadar, biz büyülenmiş göz ve beyinlerle büyücülerimizi el üstünde tutacağız. Bu tutkunun anlaşılır yönü buradadır zaten: O yontuyu Rodin yapar, o senfoniyi Beethoven besteler, o oyunu Shaffer yazar. Biz ölümlüler de diz çökeriz büyünün önünde. Hem yetersizliğimizi hem aydınlanmamızı birlikte hissederiz.

Bir söz olur, ilk okuyuşumda bilincimin bir köşesini, çok köşesini bir ışıldak gibi aydınlatmış, o köşelerde var olan, orada duran ama anlamını tam olarak sezemediğim başka düşüncelerin üzerine de vurmuştur ışığını. Orada uzun süredir durup duran birçok şey birden yeni bir anlam kazanırken birçok paçavra ve bok püsürün de son kullanma tarihinin çoktan gelmiş olduğunu, işe artık yaramaması bir yana, zararlı olmaya başladığını gösterir bana. Onları çöpe atmazsam eğer, ortalığı koku saracaktır yakında. Bahar temizliğini yapmayı artık geciktirmemem gerektiğini anlayıp yavaş ya da hızlı işe girişirim; girişmem, girişmemiz gerekir.

Yıllar sonra bir daha okusam o satırları, o ışıldak pırıltısı azalmış olabilir. Ama ilk okuyuşta sezdiğim, o beyin aydınlanması izlenimini yeniden yaşarım. Bu; o yazarın, bu sözün geçtiği yazısını ya da kitabını yeniden okuyacağım anlamına gelir. Ama ışıltı parlaklığını çok yitirmiş ve neredeyse sezilmez olmuşsa o kaynak, en azından benim için değişik nedenlerden dolayı durgunlaşmış, kurumaya yüz tutmuştur. Yeni kaynaklar aramanın tam zamanıdır. Aslında temiz su, arı kaynak, diri düşünce aramanın her zaman tam zamanıdır.

Nâzım’ın dizeleri vardır, her okuyuşta gözlerim yaşarır. Ezberimdeki şiirden bilirim ki geliyordur o dizeler, üç saniye sonra gözüm takılacak onlara. Ama bu bilinç, dilimden düşerken o sözcükler, gözlerimden yeniden yaşlar dökülmesini önlemez.

Bu yazının içinde sözü geçen yazarları döne döne okumam, onlarsız yapamamam bundan geliyor galiba. Bilerek ya da bilmeden, onların gönlümdeki köşelerinde eskimemiş olmalarından.

Peygamberlerin kimisinin de zamanı gelip geçer. Daha çok dayansın diye buzdolabına koyup orada unuttuğumuz, zamanı geçince çürümeye başlamış meyve gibi, onları müzeye ya da kültür tarihinin arada bir okunan bir yerine koymanın zamanı gelir. Bırakmazsak ortalığı kokutmaları, başka yerleri de küfün sarmasına yol açmaları kaçınılmazdır. Gönlümüzdeki ağrıya boşverip temizliğe girişmemiz gerekir. Dostlar nasıl eskirse yazarlar da peygamberler de eskir.

Ama bizi düşkırıklığına uğratmayanlar da vardır elbette, sağlamlığını, etkisini, büyüsünü uzun süre koruyanlar. Onların yapıtlarına yeniden el atınca gönlümüz yine kımıldar, gözümüze yine yaş yürür, kafamızın karanlık köşeleri yeniden aydınlanır; diz çöküp kendimizi yeniden bırakırız bu büyüye.

Dinlerine, alışkanlıktan değil de gönülden tapınanların içlerinde duyumsadıkları büyü de böyle bir şey olsa gerektir.