Nilüfer Altunkaya’yla Söyleşi

12 Mart 2024
Bizim Çağ Edebiyat

NİLÜFER ALTUNKAYA

Bizim Çağ Edebiyat: Söyleşimizin üst başlığı “yazmak ve yazarlık üstüne” olduğu için biz de söze yaşam öykünüzü araştırırken rastladığımız şu cümleyle girmek istiyoruz: “İlk şiiri ortaokul öğrencisi iken yerel birmadenci dergisinde yayımlandı.” Şiir yazan bir orta okul öğrencisi ve yazdığı da bir dergide yayımlanıyor. Bu küçük kızı biraz daha yakından tanıyabilir miyiz? Onu şiir yazmaya ve yazdığını yayımlatmaya götüren süreçten söz edebilir miyiz?

Nilüfer Altunkaya: Aslında ilköğretim yılları hepimiz için ilerideki yaşamımızın belirlendiği yıllar… Ben okuma yazma öğrendiğimden beri kitaplarla derin bir bağ kurdum. Öncelikle okuduklarımdan etkilendiğim için çocukça bir hevesle yazmaya yönelmiş olabilirim. Derslerde hep başarılı bir öğrenciydim ve her etkinlik için görev verilen öğrencilerdendim. Bütün bunlar o madenci şiirini yazıp babamın madenci olması vesilesiyle yerel bir gazetede yayınlanmasına giden süreci oluşturdu sanırım. 

B. Ç. Edebiyat: Otuzlu yaşlara adım atmak üzereyken ilk kitabınız (Sokak Düşleri 2004) okurla buluştu. Bir kitabın okurla buluşmasına karar vermek sizin için zor oldu mu? Bu, “Ben bir yazarım” demekti. Bu sizi korkuttu mu yoksa kalemim yeterli olgunluğa ulaştı diye düşünerek kendinizi rahat mı hissettiniz?

N. Altunkaya: Sokak Düşleri, aslında oldukça acemilik barındıran, yayınevinin sahibi ve editöründen kaynaklanan ihmallerden dolayı hiç sahiplenemediğim, hatalarla dolu bir ilk kitap oldu. Benim açımdan övünülesi bir başlangıç olmasa da o öykülerdeki samimi hava ve duygusal yoğunluğu seviyorum. Ben yazar olmanın tamamlanacak bir süreç olduğunu düşünmüyorum. Yazma eylemini bitirmek gibi bir niyetiniz yoksa bu olma hali hep sürecektir. Yani yeterli olgunluk hali ilk günkü gibi bugün de bana çok uzak bir hal olsa gerek…

B. Ç. Edebiyat: Pek çok yazar gibi kalemi elinize şiirle almışsınız ancak yayımlanan ilk kitabınız bir öykü kitabı. Şiirden öyküye uzanan yolda, sonrasında şiir ve öykü yan yana yürümüş. Şiir ve öykünün sizin için birbirlerini besleyen iki tür olduğunu söyleyebilir miyiz?

N. Altunkaya: Ben aslında çok farklı edebi türlerde yazan bir yazar oldum hep. Edebiyat eleştirisi, inceleme, tanıtım, güncel siyasi yazılar gibi içerik ve tür olarak farklı alanlarda yazmaya çalıştım uzun yıllar. Öykü ve şiire gelince evet, birbirlerini besleyen türler olduklarını söyleyebiliriz. Ama sadece şiir ya da sadece öykü yazmak gibi bir anlayışı sınırlandırıcı buluyorum. Yazacağınız içeriğe en uygun biçim neyse o türde yazmaya devam etmek en doğrusu bence…

B. Ç. Edebiyat: Orhan Kemal’i konu alan biyografik bir roman da kaleme aldınız. Yazarlık yolculuğunuzda (Bir Türkü Tadında Orhan Kemal) bu romanın yeri nedir? Orhan Kemal üzerine biyografik bir roman yazma düşüncesi nasıl ortaya çıktı? Biyografik roman, şiir ve öyküden farklı bir tür.

N. Altunkaya: Orhan Kemal çok sevdiğim ve hep bir vefa borcu hissettiğim duruşuyla da örnek alınması gereken yazarlarımızdan. Bu bir biyografik seri olarak düşündüğümüz çalışmanın ilk kitabıydı. Amacımız bu kitapları okuyan gençlere yazarı tanıtmak, sevdirmek onun kitaplarının okunmasını sağlamaktı. Umarım buna vesile olmuştur. Ben Orhan Kemal’in kendi biyografik eserlerinden esinlenerek yazmıştım bu kitabı. Severek okunduğunu düşünüyorum.

B. Ç. Edebiyat: Farklı türlerde yapıtlar ortaya koymak yazarın kalemini zayıflatır mı? Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Farklı türlerde yapıtlar da ortaya koysa da her yazar için öne çıkan bir tür vardır desek daha mı doğru olur? Nazım Hikmet şairdir, Sait Faik öykü yazarıdır, Yaşar Kemal roman yazarıdır gibi.

N. Altunkaya: Aslında yukarda biraz söz ettim. Ama böyle bir zayıflatma olacağına inanmıyorum. Yeterli emeği vermekle ilgili olabilir ya da belki yatkınlık meselesidir, bilemiyorum ama bunun en iyi örneği Murathan Mungan olabilir. Onun gibi bir yazarın ne yazarsa iyi yazdığını düşünmek bana güven veriyor. Şiirlerimi daha çok sevdiğini söyleyenler de oluyor, öykülerimi daha çok sevdiğini söyleyenler de oluyor. Bu noktada söyleyebileceğim şey, şiirin farklı bir sabır istediği olabilir. Ama ben kendi yazma ihtiyacıma göre hareket ediyorum. Yine öyküyle devam edeceğim bir süre. Şiir kendisini yazdırırsa kapım hep açık ama oturup da şiir yazayım diyerek şiir yazamıyorum. 

B. Ç. Edebiyat: “Kalem ele ilham gelince alınır. İlham dediğin de öyle herkese gelmez” diyenlere kulak vererek sormak isteriz. Nedir bu ilham? Sizin ilhamla aranız nasıl/nasıldı? İlham kaynaklarınız var mı/var mıydı?

N. Altunkaya: Bence ilhamdan ziyade yazabilmek için gereken motivasyon önemli. Eğer profesyonel olarak yazarlık yapmıyorsanız mutlaka başka bir mesai içindesiniz demektir. Ben hayatımı öğretmen olarak idame ettiriyorum. Bu nedenle günlerimin büyük bölümü okulda geçiyor. Bir günümün kaç saatini yazmak için ayırabileceğimi düşünürsek hiç de iyimser bir durum çıkmıyor ortaya. Çünkü güncel işler ve sorumluluklar epeyce yorucu oluyor. Yazmak için hem zihinsel hem de fiziksel olarak zinde olmanız gerekiyor. Yani ilhamdan ziyade benim hayatımın bazı gerçekleri beni yazmaktan uzaklaştırıyor.  Ama elbette elimizdeki imkanlara göre davranmak ve ilham beklemek yerine daha disiplinli çalışmak için motive olmak durumundayız.

B. Ç. Edebiyat: Yazma süreci için nasıl bir hazırlık yapıyorsunuz? Nelerden besleniyorsunuz?

N. Altunkaya: Önceki soruda belirttiğim gibi yoğun bir çalışma süreci içinde geçiyor günlerim. Bu yüzden tatil dönemlerini iyi değerlendirmeye çalışıyorum. Gün içerisinde fırsat buldukça okumaya, aklıma gelen fikirleri not almaya çalışıyorum. Hayat, insanlar ve kitaplar beni her konuda besleyip yazma umudumu tazeliyor. 

B. Ç. Edebiyat: Yazma atölyeleri de düzenliyorsunuz. Şiir ya da öykü, yazmanın bir formülü var mı?Öğrencilerinizin onlara değdirmenizi istedikleri sihirli bir değneğiniz var mı?

N. Altunkaya: Elbette sihirli değneğim yok ama ben bu atölye çalışmalarında şunları anladım: Zaten oraya gelen kişiler bir şekilde edebiyatla ilgili insanlar oluyor. Böylece bizim yaptığımız çalışmalar ışığında bazı yöntem ve teknikler yazmaları adına ilk adım oluyor. Bazı katılımcılar bunun üstüne giderek sürdürürken bazıları okur olarak yolculuğuna devam ediyor. Ama aynı sevdaya gönül vermiş insanlar bir çatı altında bir araya gelince güzel ve kalıcı paylaşımlar yaşanıyor. Buradaki  bu işlerin artık iyice niteliğinin düşmesi ve hemen herkesin atölye yürütücülüğüne soyunması ve maddi kazançların ön plana çıkması gibi handikaplar var. 

B. Ç. Edebiyat: Yazmaya ilginin arttığını düşünüyor musunuz? Bir zamanlar elimizden düşmeyen kitabın adına gönderme yaparak söylersek “yazma cesareti” fena bir şey mi? “Herkes yazar oldu!” diye yakınsak mı? Ortaya çıkacak/çıkan yazınsal değer taşımayan kitaplar ve onlarla yaratılacak/yaratılan bir okur kitlesi edebiyatımıza ne kazandırır ya da kaybettirir? Bunu sorgulamak gerekir mi? Yoksa bu üstten bir bakış mı olur?

N. Altunkaya:Bu biraz atölyelerin etkisiyle oldu sanırım. Bir de yayıncılık piyasasındaki pasta da büyüdü. Böylece özellikle öykü türünde bir nicelik artışı yaşanmaya başlandı. Ben bu durumdan yakınmayı saçma buluyorum. Herkesin ihtiyacı olana göre bir arayış içinde olacağını düşünenlerdenim. Yazmak isteyen herkes yazsın, okumak isteyenler okusun. Bunun ne zararı olabilir ki? Ortaya çıkan eserler hakkında yorum yapabiliriz elbette. Beğeniriz ya da beğenmeyiz ama sonunda son kararı zaman verecektir. Bu arada her şey sorgulanabilir  yeter ki etik/estetik dayanaklarımız olsun. 

B. Ç. Edebiyat: Bir de tersten bakalım. “Güneşi altında söylenmedik söz yok. Yazılacak her şey yazıldı. Dostoyevski, V. Woolf, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali gibi yazarlar varken yazmak bana mı kaldı?” diye düşünerek yazmaya cesaret edemeyenler de var? Onlara neler söylemek istersiniz?

N. Altunkaya: Yazmak gerçekten cesaret isteyen, çok fazla emek ve çaba isteyen bir uğraş. Ama isteyen herkes denemeli. Bu hayattaki diğer tüm uğraşlar için geçerli. Amacımız sözünü ettiğiniz büyük yazarlarla yarışmak değil elbette, kendimizi kendimizce ifade edebilmek, hayatımızı daha anlamlı hale getirebilmek olmalı.

B. Ç. Edebiyat: Yazmak, insanın egosunu besleyen bir eylem. Dolayısıyla da insanın kendisine eleştirel bir gözle bakması zor.” desek bu, yerinde bir belirleme olur mu? Sanki eleştirinin ne olduğunu, ne işe yaradığını bilmiyoruz. Eleştirmeyi de bilmiyoruz, eleştiriye de katlanamıyoruz. Eleştiriyle derdimiz nedir dersiniz? Oysa iyi yazmaya giden yol, eleştirilerden geçecektir. Niye biz yolumuz oralara düşsün istemiyoruz?

N. Altunkaya: Elbette eleştiri edebiyat ve sanat adına yapılabilecek en zor uğraşlardan biri. Biz sadece bu alanlarda değil hayatın hemen hiçbir alanında eleştiriye tahammül edebilen bir toplum değiliz bence. Bunun nedenlerine girmek bu söylenişinin sınırlarını aşar. Ama herkes kısa yoldan “oldum ben artık!” demek istiyor. Bu en kolayı çünkü. Diğer yol çok uzun ve zorlu…

B. Ç. Edebiyat: Sözü yazar ve okur ilişkisine de getirelim isteriz. Bir yazar olarak okurlarınızdan beklentileriniz nelerdir? Onlar sizden (bir yazar olarak) neler beklemeli ya da beklememelidir?

N. Altunkaya: Bu zamanla oluştu aslında. Sanırım ben biraz edebiyat birikimi olan, “iyi okur” diyebileceğimiz bir okur türüne hitap ediyorum. Çok bilinçli bir durum değil elbette insan okurunu düşünerek yazamaz. Sanırım kendi birikim ve beğeni standartlarımıza göre yazıyoruz. Ben kolay beğenen bir okur değilim. Bu yüzden okurlarıma da kendi süzgecimden geçirebildiğim niteliği sunmak istiyorum. Biraz özgün ve okuduktan sonra iz bırakacak şekilde yazmaya çalışıyorum. Umarım başarabiliyorumdur. 

B. Ç. Edebiyat: Öğretmensiniz, eşsiniz, annesiniz. Hayatınız oldukça dolu. Yazmak da öyle parmağın ucuyla yapılacak bir eylem olmadığına göre “zaman ve güç” sorununu nasıl çözüyorsunuz?

N. Altunkaya: Aslında çözemiyorum. Biraz önce de söz ettiğim gibi yoğun bir çalışma tempom var. Yine de elimden geleni yapıyorum. Çok üretken olabildiğim bir dönemde değilim ama umudu kesmemek, hayatımızı biraz buna göre planlamak gerekiyor. Bunu önerebilirim.

B. Ç. Edebiyat: Size sorulmasını en çok sevdiğiniz/yanıtlamaktan en çok hoşlandığınız bir soru var mı?Söyleşimizi onunla sonlandıralım mı? Zaman ayırdığınız için teşekkür ediyoruz.

N. Altunkaya: Yok sanırım, gayet yeterli açılımları olan sorulardı. Ben de çok teşekkür ediyorum. Bizim Çağ Edebiyat okurlarına sevgilerimi yolluyorum. 

.