Kırmızı Damgalı Bilek

3 Ağustos 2023
SATI ULUSOY

Mine, memleketine iki buçuk-üç saat uzakta bir kentte üniversiteye başlamıştı. İki arkadaşıyla paylaştığı öğrenci evinde babasının gönderdiği sınırlı parayla zor da olsa geçiniyor, derslerine dört elle sarılarak elinin ekmek tutacağı günleri düşlüyordu. Bir yıl sonra 12 Eylül Askeri Darbesi, düşlenen günlerle yaşananların arasına kalın bir perde gerdi. 

Mine ve arkadaşları, memleketlerinde geçirdikleri kısa bir tatil sonrası öğrenci evlerine döndüklerinde gördükleri karşısında donup kaldılar. Kapının kilidi kırılmış, ev savaş alanına dönmüştü. Evin polis tarafından o hale getirildiğini anlayınca kırık dökük eşyalarının arasında kayıplarını belirleyebilmek için dolaşmaya başladılar.  Kimi kitapları kaybolmuş, duvardaki ayna bile kırılmıştı.    

Mine, “Benim günlüğüm ve içindeki nüfus cüzdanım yok.” dedi.

Arkadaşları da kendi kayıplarını saydılar. Ortak kayıplar da vardı. Okuyup biriktirdikleri Gırgır dergileri ve Demokrat gazeteleri bunlar arasındaydı.

Mine, iyi ki öğrenci kimliğim yanımdaydı yoksa “Yaşar ne yaşar ne yaşamaz” durumuna düşmekten kurtulamazdım diye sevindi. Geceyi aileleriyle kalan arkadaşlarında geçirerek sabah okula gittiler. Hoparlörden yayılan cızırtılı sesler arasında kendi adlarını duyunca korkuyla kütüphaneye yöneldiler. Polis, ifade almak için onları bekliyordu. Varsa bile hiçbiri suçunun ne olduğunu bilmiyordu. 

Üç arkadaşa hiç bitmeyecekmiş gibi gelen sorgulamanın sonunda onların “olay”la ilgisi olmadığı anlaşıldı.

Olay, polisin takip ettiği onlarla aynı okula giden bir öğrencinin onların evinin de içinde bulunduğu bahçeye girmesiydi. Bahçe içindeki tüm evler didik didik aranmış, evde olmayanların kapıları kırılarak içeriye girilmişti.

Kızlar, kayıp eşyalarını sorunca “Bilmiyoruz.” yanıtını aldılar. Bir bileni bulmak da mümkün değildi. 

Mine’nin babası, köy ile şehir arasında dolmuşçuluk yapıyordu. 

Şoför Mehmet, sisli bir günde kiremit fabrikasının çocuk işçilerini alarak yola koyuldu. Kış, soğuk yüzünü göstermişti göstermesine ancak henüz yoğun bir kar yağışı olmadığı için arabasının tekerlerine zincir takmamıştı. Şehrin yakınındaki rampadan inerken frenler tutmayınca karşıdan gelen minibüse sürtünerek durabildi. Çocuklar korkup telaşa kapılsa da hiçbirinin burnu bile kanamadı. Yalnızca araçlar hasar aldı. Maddi zararı taşıt kaskosu karşıladı ancak bu, Mehmet’in hakkında dava açılmasını önleyemedi. Bu, ilk kazasıydı ve ölümle sonuçlanmamıştı. Dava, altı ay mahkumiyetle sonuçlandı. Şoför Mehmet, İzmir’de ve İstanbul’da parasız yatılı öğrenci olan oğullarının bu olaydan olumsuz etkileneceklerini düşündü, dilekçe vererek mahkumiyetini bir ay sonraya erteletti. Karne tatili sona erip oğlulları okullarına dönünce o da emniyete teslim oldu.
Bu olay, Mine’nin omuzlarına yeni sorumluluklar yükledi. Hüzün, daima gözlerinin içi gülen genç kızın yüzüne yerleşmekte gecikmedi.

Mine; hapishaneye babasını ziyarete gittiğinde getirdiği yiyecekleri ve temiz çamaşırları görevliye teslim eder, bileğine vurulan “görüşebilir” damgasından  sonra babasıyla görüşeceği camlı bölmeye geçerdi. Kardeşlerine gönderilmek üzere kendisinin ve annesinin ağzından yazdığı mektuplara orada babası da birer paragraf eklerdi. Zarfın üzerini de babasına yazdırdıktan sonra mektupların her birini babası postalıyormuş gibi kardeşlerine gönderirdi. Memleketinden, ailesinden uzak olmanın zorluklarını, aynı yaşlarda kendisi de kardeşleri gibi parasız yatılı okuyan Mine’den daha iyi kim bilebilirdi? Bu kötü durumun kardeşlerini sarsmaması için bu mahkumiyeti onlardan gizlemek en doğrusuydu.  

Babasının hapse girmesi, onları ekonomik olarak iyice sıkıntıya soktu. Mine, sınav haftası değilse hafta sonları memleketine giderek annesinin hafta boyunca ürettiği tereyağı, çökelek, süzme yoğurt gibi ürünleri pazarda satarak hem kendi harçlığını çıkardı hem de evin geçimine katkıda bulundu. 

Cezaevi ziyaretinden sonra pazarda satış yaparken bileğindeki kırmızı damgayı gören on yaşlarında bir çocuk annesinin kolunu çekiştirerek “Anne bak, abla da dövme yaptırmış!” deyince Mine yüreğine dolan öfkeyi yüzündeki hafif bir tebessümle gizlemek zorunda hissetti kendisini. “Görüşebilir” damgası onu “hemen görünür” kılmıştı.  

Annesi çocuğun adına özür dileyerek “Almanya’dan gelen komşunun oğlundaki dövmeleri gördüğünden beri dövme diye başımızın etini yiyor.” dedi.
Mine, kendi kendine mırıldandı. “İnsanların damgalanmadığı bir dünya…”  Çocuğun annesi, genç kızın söylediklerini duymakta zorlandı. “Ne dediniz?”

“Hiç!” dedi Mine.

Genç kadın, oğlunu sırtından hafifçe iterek oradan uzaklaştı.

Mine, insanların damgalanmadığı bir dünyada yaşamak istedi. 

Genç kız, okula döndüğünde her defasında aynı sorularla karşılaştı. 

Okulun girişinde nöbet tutan jandarma, diğer öğrencileri normal bir arama ile içeri alırken Mine’nin ince bileğindeki kırmızı damgayı görünce gözlerini iri iri açarak onu soru yağmuruna tuttu.

“Neden cezaevine gittin?”

“Kimi ziyaret ettin?”

“Onunla kan bağınız var mı?”

“Siyasi suçlu mu?”

 Genç kız, soruların arkası kesilince önce diğer öğrencilerden utana sıkıla söze başladı, ardından cümleleri giderek sertleşti.

“Memlekette babamı ziyaret ettim.”

“O, dolmuşuyla kaza yaptığı için tutuklandı.”

“Siyasi geçmişi yok!”

Genç kızın sözleri, yüzündeki kuşkuyu silmeye yetmese de jandarma gönülsüzce “Geç” deyince bu sözlü işkence son buluyordu. Yaşadığı üzüntüler yetmezmiş gibi bir de insana hayatı zorlaştırmayı görev edinen jandarmalar onu canından bezdiriyordu. 

Mine, olaylar üstüne üstüne geldikçe “Bunlar da geçer elbet!” diyerek kendini avuttu.

Genç kız, sonunda kolundaki damgayla sorgulanmadan okula girmenin çaresini jandarmalardan birinin önerisiyle buldu. Cezaevinden alacağı “babasının siyasi suçlu olmadığına dair resmi belge” sorgu suale yer bırakmayacaktı. O da öyle yaptı.  

Bahar gelip mevsim yüzünü yaza döndüğünde 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı haftasında hükümetin af çıkaracağı söylentisi mahkumları ve yakınlarını heyecanlandırdı. Af haberleri basına da yansıyınca Mine’nin içinde ümit ışığı yandı. Bir hafta sonu memleketine gidince babasını evde bulacaktı. Ardından kardeşleri de gelince evde bir bayram havası esecekti. Bunlar da geçecekti. 

x