Kayrak Taşı

8 Ağustos 2023

Oğlan, mayıs sabahı güneşi yatağının oyma ayaklarını boyadığında kalkıyor yataktan. Bu odanın güneş saati budur. Bu köyde hayat, dünya ilk yaratıldığındaki gibidir.  Köyün girişinde yabani üvezler sıralıdır. Sonra birden tek bir ot, çalı bitmez kurak bir yol uzanıverir. Yalnızca tek tük söğüt ağacı kimi evin bahçesini süsler. Evlere açılan yolcuklar sanki asfaltın, kilit parkenin, çakılın icat edilmediği bir zamandaki gibi killi bir tabakayla kaplıdır. Kimse kapının önüne bir tas su atayım da toz yatışsın, demez mi? Atmış atmış da bu faydasızlıktan usanmışlardır belki. Çoluk çocuğun yüzü bile yaşından çok fazlasını bağırır. Herkesin göz çukurları silme tozla kaplıdır. Saçlar griden ayırt edilemez bir kahverengidir. Evler çabasızca üst üste bırakılmış taşların yağmurda eriyip birbirine kaynadığı geometrik yapılar. Sanki insan emeği değil de doğanın şaşırtıcı tesadüflerinin kanıtı bir yer. Oysa oğlan tesadüflere inanmaz. 

Yenge, yatakta doğrulan yeğenine kuru gövdesiyle sarılır. Oğlanın terlemiş saç diplerini elinin tersiyle siler. Yorgunluk nedir bilmeyeceği bir günü yaşamaya dört elle sarılacak kadın.  Göğsünün altına çektiği eteği, kafasının üstüne kedi kulağı gibi katladığı yemenisiyle dünyaya ilk kez gelmiş gibi iştahla işe koyulur. Oğlanın yengesi, on iki yıldır kocasını bekler. Uzak bir ülkeden döneceği günü yarınmış gibi neşeyle bekler. Bir de oğlanı, tek akrabasını, kocasının yeğenini her mayıs sonu köye bekler. Oğlan yorulduğu kendi evinden, annesinden, birkaç aylığına uzaklaştığı mayıs ayını bekler. Yenge ve oğlan birlikte bir yaşamı paylaşırlar. Oğlan bahçede çalışır, yorulur. Açlık ve susuzluğun ardından  yemeğin, suyun tadı vardır. Yorulunca uykunun tadı vardır. Buradaki yaşamında, kendi evindekinin aksine akan bir ırmağın dolaysız varoluşu vardır. Oğlanın annesi, her sonbaharda, ya dönmezse diye biraz endişeyle oğlanı bekler. Oğlan annesinin aksine oldukça maddeci biridir. Bu durum, annesinin tüm gerçekliği bir şekilde tevekkülle karşılamasının bıkkınlığındandır belki. Oğlan yaşamını annenin doğrularını çürütmeye adamıştır. Bu yüzden kış günü buz gibi sular içer, uğursuz tiplerle gezer, kullandığı her bir eşyayı evin ayrı bir yerine atar. Kadıncağızın yazgıcı hayat görüşüne karşın yaşamı ele alışındaki her daim müdahil tavra tahammül edemez. Oğlanın yeniyetmeliğinin de verdiği itkiyle annesine açtığı savaşın gerçek muhatabı tanrı olmalıdır gerçi. Babasının daha kundakta bebekken evi terk etmesinin acısı da olabilir. Annesinin onca çektiğine karşın hala sevebildiği tanrıya duyduğu öfke de olabilir. Oğlunun öfkesine dayanamaz anne. Göğüs kafesinde dalga dalga biriken acizliğini, avuç içlerini ısırarak, arka odalarda sağa sola sallanıp dua ederek geçiştirmekte. Sonra tüm bu içinde biriktirdiklerini susar. Sussa da olmaz, şefkatini perçinleyip oğluna sunsa da olmaz, yok diş göstermeye kalkışsa iyice berbat eder her şeyi. Yine de şükür. 

Oğlan bu susan annenin içindeki kırılmayı değil de eve bağırdığı ölümcül sessizliği görür; bıkar, kızar, kaçar. Yengenin ruhsuz köyündeki akıp giden o canlı yaşamına koşar.

Beklediğine kavuştu yenge. Folluktan yeni aldığı yumurtaları birer birer kırıyor tavaya. Peynir, tereyağ. Demli bir çayla iyi gidiyor. Kapı çalınmadan, bir komşu başını eşikten uzatıyor. İçeri girip bir çay da kendine dolduruyor komşu. Oğlanın annesi olsa elini eteğine siler, etrafa bakar, dağıntıdan utanır, bir kuru çay ikram etmeye yüksünür. Evde kimse ona ilişmeden yaşasın ister. Yenge konuşuyor da konuşuyor, kadınların olabildiğince normal konuşmaları, ilgi çekici geliyor oğlana. Esengül’ün gelininden, domatese dadanan böcekten, kışlık odunun daha gelmeyişinden, çerçicinin yeni getirdiklerinden. O gidiyor, başkası geliyor. Oğlan bahçeye iniyor, asmayı ilaçlıyor, otları yoluyor. Yengenin gülen, ayıplayan, şaşıran, öfkeli sesi geliyor.

“Yordun kendini a oğlum!”

Buz gibi bir ayran doluyor bardağa. Butun en yağlı yeri konuyor önüne. Yenge oğlanı alıkoymaya mıdır nedir, yattığı odayı süslüyor da süslüyor günden güne. Kocasından umudunu kesmiş olacak ki çeyizlik, ipek püskül kenarlı, beyaz iş örtüyü seriyor yatağına. Gül kokusuyla siliyor duvarı, pencereyi. Oğlanın inadını kanırtacak tek bir kıvılcım yok. Oğlana bir ardıç tespih, kışlık esvap, kurdu kuşu korkutmaya bir tekkırma… Oğlan da artık ezelden beri burada yaşadığına inanmakta. Her odada izi var. İş bu ya bir gün çerçiden alınan, yengenin açık ağzıyla gülerek, cılız göğsünü öne atarak oğlanı sevindireceğinden emin, odasına astığı aynayla oğlanda bir anlık bir şüphe baş gösteriyor. Oğlanın aynada gördüğü bu ilk çağlardan kalma köyün insanları gibi killi göz çukurları, ağarık saç, boz ten… Yavaş yavaş yükselen krallığının içinde silik bir esirlik hissi… Oğlanın içi bir anda kor kor yanar. Sabaha dek zor tutar içinin ateşini. Söğüt dallarının gölgelediği pencereyi açar. Yengenin gelinlik, püskül kenarlı yatak örtüsünü düzeltir. Çantasını topladığı gibi evine, annesine döner. Yenge uyanıp da yatağında oğlanın yerine aralık kapıdan giren boz bir eniğin yattığını görünce kahrolacak. Kayrak taşı gibi ufalanıp kuru eli, kolu, kanadı bir yana dağılacak.