Katı Çemberlerin Kırıcısı Cemal Süreya

8 Ocak 2025
MEHMET AYDIN

Cemal Süreya

Cemal Süreya (Seber), edebiyat dünyasına 1947-1950 yılları arasında daha Haydarpaşa Lisesinde öğrenciyken aruzla birtakım şiirler yazarak girdi. “Şarkısı Beyaz” adlı ilk şiirini 1953’te Mülkiye dergisinde yayımladı. Onun edebiyat çevrelerine asıl adını duyurması ise İkinci Yeni hareketiyle, gerçek sanat niteliği taşıyan 1954-1956 yılları içindeki şiirlerinin Yeditepe, Yenilik ve Açık Oturum gibi dergilerde görülmesinden sonradır. Ad babalığını, eleştirmen Muzaffer Erdost’un yaptığı İkinc Yeni akımı, 1950’li yıllarda başlamıştır. Cemal Süreya, bu hareketin en etkin kurucu üyeleri arasındadır.

Garipçiler akımına bir tepki olarak doğan bu yeni hareket, şiirde imgeye, yazınsal sanatlara, biçime, bireysel dile ve lirizme yeniden dönüyordu. Kurucu şairler, Birinci Yeniciler’in elinde artık tıkanmaya yüz tutmuş şiiri, usun denetiminden, anlamdan, nükte ve şaşırtmalarla folklordan, toplum sorunlarından uzaklaştırmayı ve soyutlamayı amaçlıyorlardı. Oktay Rıfat, Turgut Uyar, İlhan Berk, Edip Cansever, Ece Ayhan, Ülkü Tamer, Yılmaz Gruda gibi öncüler içinde yer alan Cemal Süreya, şiir alanındaki ilk denemelerinde özellikle duyguyla çağrışımlara yaslanıyor ve yoksul kitleler yerine daha çok aydın azınlığa sesleniyordu.

İlk şiirlerinde biçim kaygısı ağır basan Cemal Süreya’nın daha sonraki ürünlerinde insanı öze, yeni söyleyişlere, diplerde belirginleşen tarih içindeki uygarlıklara ve var oluşlara yöneldiği görülür.

En başlarda sanatçı, Türkiye’de yaşanan çok partili demokratik döneme değin yeni insanın davranışları ve beğenilerinin biçimlendirilmesini işlemiştir. Eskinin sert, katı kurallı ilişkileri yerine yeninin daha yumuşak, daha ince ve sevecen ilişkilerini yansıtmıştır. Kimi alanlardaki toplumsal değişimlere parmak basar. Şiirlerinin içeriğine uygun biçimleri de birlikte getirmiştir. Psikolojik-öznel ile özgün, nesnel verileri bir arada vermiştir. Kendisini, İkinci Yeni’nin aşırılığa kaçan çağcıl uyumsuzluğu ile görüntüler boğuntusuna düşürmez.

Kısa sürede yıldızı birden parlayan Cemal Süreya, gerçekçilik ve cinselliği çok boyutlu olarak ele alıp onu her yönüyle zenginleştirmiştir. Çarpıcı, yeni anlatım biçimlerine yönelir. “Bulutu kestiler bulut üç parça/Kanım yere aktı bulut üç parça/İki gemiciynen Van Gogh’dan aşırılmış/Bir kadının yüzü ha ha ha (Dalga, Üvercinka, s. 15)

Sanatsal imgelerin kuruluşuna yeni yöntemler getirmeyi dener. Öte yanda geçmişle olan bağlarını büsbütün koparmaz. Sanatsal kalıtımlardan yer yer yararlanmasını bilir. Bana 18. yy Divan şairlerinden Nedim’in anlatım kıvraklığı, erotizmi ve dildeki yerellik akımına özgü yönsemeleri ve duyarlıkları örnek gösterilebilir. Onları çağdaş verilerle bütünleştirir. Özellikle estetik sınırları zorlar. Böylece insan, gerçek ve sanat yöntemi kavramlarına birtakım yenilikler getirir. Olaylara, nesnelere ve ilişkilere iyimser bakar.

O, başlangıçtan beri kenter sanatının gizemcilik, korku ve yabancılaşmayı öngören konularına pek ilgi duymadı. Tarihin akışına, doğru tanılar koyarak değinilerini belirttiyse de onların insanlarca değiştirilebileceği gerçeğini nedense vurgulamadı. Yalnızca saptamalarla yetindi. İnsanın kurtuluş ve mutluluğunu, erotik ve Freud’a yönelik ilişkilerde aradı. Daha çok Epiküryen bir hazzı yeğleyip onu öne çıkardı. Toplumsal çatışmalardan bilerek, bilinçle uzak kaldı. Bununla birlikte edebiyatın kendine özgü niteliklerini, en belirgin biçimde gün ışığına çıkarmıştır. Doğal olanı sık sık yeniden biçimlendirdi. Bu tutumuyla da yaşamı geniş boyutlarıyla açıklama ve yargılama yoluna gitti. Sanatsal anlatıma çeşitlilikler getirdi.

Cemal Süreya’da sürekli bir ikilem de vardır: Yalınlıkla yoğunluk, düzyazı ile şiir, bütün ile parça, konuşma dili ile kültür dili, somutla soyut ve bireysel görüşle toplumsal görüş iç içe ve bir arada yansır. Bu tutumu, bir geçiş döneminde yetişmiş olmasından ileri geliyor sanırım. Nitekim Varlık dergisinin Mart 1993 sayısında Tomris Uyar’ın yönelttiği bir söyleşideki sorulara verdiği yanıtta, bu özelliğini kendisi de açıklar: “Ben düşüncelerimde bir çelişkiye düştüm. Yazdığım şiirle düşüncem arasında bir mesafe belirdiğini gördüm. Düşünün, çıkışımızda bile hepimiz toplumcu şiiri, daha doğrusu toplumcu değerleri seven, onlara bağlı kişilerdik ama önüme konan şiir bizi doyurmadığı için başka kapılar açmaya çalıştık. Bu kapılar, İkinci Yeni’nin sonradan yapılmış tanımlarında sözü geçen kapalı ögeler değildi; şiir her şeyi söyleyebilmek sanatıydı, her şeyi açabilmek sanatıydı. Yanlış eleştiri, -bizi ya da beni- ne bileyim… düşüncelerimden çok şiirimi geliştirme zorunda bıraktı. Benim için bir çelişkiydi bu herhal. Belki öbür türlü de yapamazdım ama çelişkiydi bu herhal. Düşüncelerimle şiir arasında kopma gibi bir şey oldu ve bu benim için bir bunalımdır diye düşündüm. Sonradan şöyle düşünmeye başladım: Ben neysem şiirim de o zaten ve şiirimi seçtim. Düşüncelerim eskisi gibi ama şiirim bir noktaya gelmiş, demek ben buymuşum. Şimdi yaşımız elliyi geçti. Kısaca şiirden uzaklaşmamı, düz yazıyla çok uğraşmanın yanında bir de bu nedene bağlıyorum.” (s. 16)

Görülüyor ki Cemal Süreya, şiirin bağımsızlığı ve estetiği uğruna, düşüncelerinden epeyce özveride bulunuyor. Sanatçı, 1959 yılında Yeditepe Şiir Armağanı alan Üvercinka adlı yapıtında her şeyi söyleyebilmek yolunu tutar. Hatta yapıtın sonlarına doğru toplumcu temalara da yönelir. “Afrika” adlı parçada yayılmacı devletlerce dengeler bozulmasın diye Afrika ulusları ve halklarının uyanış kıpırtılarının önlenmeye çalışıldığına değinir. “Onların Yani Sizin”de birtakım savsözler ve din sömürüsü ile bizi toplumumuzun kendi yazgısına bırakılması çabaları anlatılır. “Bun”da kendileri Hıristiyan oldukları halde renklerinden dolayı beyazlarca horlanan, kimi zaman da linç edilmekten geri kalmayan siyahî sorunlarına eğilir. Ne var ki bu tür konulara yalnızca şöyle bir değinip geçer. Hatta bu tip sorulara, sakınımlı ve çekingen olarak yaklaşır: “Elim geçiyor aptaldan/Kapital (…)/Çekingen, mahzun açılan bunu bilmiyorum” (s. 53)

1966 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü’nü alan “Göçebe” adlı yapıtında tarihin derinliklerine ve Anadolu insanına ayna tutar. “Beni Öp Sonra Doğur Beni”de evrensel konulara uzanır ve yaşadığı çağı geniş bir görüntü içinde ele alır. “Uçurumda Açan” adını verdiği son dönem ürünlerinde ise bakışlarını yeniden kendisine ve yakın çevresine çevirir.

Cemal Süreya’nın bütün şiir kitaplarında ağır basan ve en belirgin olan yan, kadın dünyasının her türlü boyutlarıyla yansıtılıp tanıtılmış olmasıdır. Özellikle kadının birçok yönlerinden, dişilik yanı ön planda tutulmuştur. Onun fiziksel yapısı ve davranışları ayrı ayrı ele alınır. Kadının yüzü resim tablolarına, gözleri güneş sarnıcı ve gözistana, elleri devinekli trenlere, eti dokundukça çoğalan varlıklara, bacakları aslan heykellerine, boynu kuğulara, çözülmüş saçları uçan güvercinlere, göğsü elma ve portakala, uçları kuşlara, kabarıklığı gökyüzüne benzetilir. Geceyi, çiçekler, gülü, ağacı, deniz ve nehirleri kadının simgesi olarak işler. Onların davranışlarını dile getirirken sevişken, garip, huysuz, utançlı, günahlı, çekingen, alıngan, umutsuz sevdalara kapılmış, çocuksu, kıvıl kıvıl ve ellerinde güzel kadehler tutan yanlarına değinir.

Sanatçı, cinselliği şiirleştirirken asla pornoya düşmez. Bu konuyu ince, duyarlı, olumlu, özgün ve erotik bir yaklaşımla dile getirir. Şiire yansıyan duygular, işlenmiş ve eğitimden geçmiştir. O, coşkuları ürperti içinde verebilmek için ilişkileri genellikle gizli ve kapalı tutar. Kimi örgenlere birden çok görevler yükler. Sözgelimi dudağın öpülme, gülümseme ve güzel konuşma gibi çok yönlü işlevlerini belirtir. Onun çirkinliğe hiç tahammülü yoktur. Kadınlığa karşı o denli saygı duyar ki çirkince bir kadının eksiklerini bile şiirlerinde başka güzelliklerle tamamlar: “Ben nerde bir çift göz gördümse/Tuttum onu güzelce sana tamamladım” (Üvercinka, s. 17) Her türlü çirkinliğin üzüntüsünü de kafayı çekerek ya da sevişerek gidermeye çalışır.

O, törelerin baskısı altındaki tutsak kadını, gizli ilişkiler içindeki serüvenci kadını, eşiyle bütünleşmiş mutlu kadını ayrı ayrı kendi dünyaları içinde yansıtır. A. Gide’in görüşlerine katılarak tutkuların dizginlenmesini değil, alabildiğine başıboş bırakılmasını öngörür. “Bir kez daha sür hayvanlarını üstüne üstüne” (Göçebe, s. 9)

Kentsoylu dünyası ile kapıcı dünyasının çelişkileri karşı karşıya getirilir. İstanbul’un en seçkin semtlerinden olan Cihangir’de üst kattaki apartman dairelerinde oturanlarla, bodrum katta oturan kapıcı ve kapısı ele alınır. Üsttekiler çılgınca eğlenirken Kapıcı Hamza da karısı Leyla ile dar olanaklı barınaklarında sevişme yolunu tutarlar.

“Nehirler Boyunca Kadınlar Gördüm” (Üvercinka, s. 45) adlı şiirinde Anadolu kadınlarını nehirlere benzetir. Batı ve Orta Anadolu kadınlarını Sakarya, Doğu ve Karadeniz kadınını Kızılırmak, Güney ve Güney Anadolu kadınını da Dicle nehriyle simgeleştirir. Her bölgenin kadınlarını, gerçeğe uygun özellikleriyle belirtir. Sakarya çevresindeki kadınların çoğu umutsuz sevda içindedir. Eğer sevdikleri olursa onlara içtenlikle her şeylerini verirler. Geçim sıkıntısı, doktorsuzluk, sık doğumlar ve sağlıksız çalışmalar yüzünden bozkırda seyrelle seyrele yaşarlar.

Kızılırmak çevresindekilerin kafaları karanlıkta bırakılmış olup bedenlerinin bir yanları örtük, bir yanları yalbırdaktır. Umarsızlıktan çoğunun gözleri büyüdüğü için insana dokunaklılık ve ürkütücülük verirler. Pek çoğu da taş toprak arasında yaşarlar.

Dicle çevresindeki kadınlar, yanaklarında gül kurusu gibi şark çıbanı izi taşırlar. Onların örtük yüzlerinin aralığından güneye özgü baygın ve büyülü gözleri görünür. Bütün bunların genelde ortak özellikleri vardır. kadın erkek eşitsizliğinden dolayı ödevleri hep yenilmektir. Hepsi bıçakla ve susmakla ağlamak arasında yaşarlar.

Bu arada şair, bir tek dize ile koca bir bozkırın tablosunu çizer: “Büyük bir gökyüzü git Allahım git” (Üvercinka, s. 46) Yinelemeler işlevsel olarak kullanır: “Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar” (s. 7) Yer yer bohemizme kaçar: “Her akşam sokak ortasında öldükçe/Önümü arkamı bilmiyorum” (s 6) Acı, sevinç, sitem, küskünlük, kıskançlık, mutluluk ve çılgınlık duyguları bir arada yaşar. Her türlü önyargı ve yerleşik değerlere kuşkuyla bakar. Hatta onlara kimi yerde başkaldırıcı bir tavır takınır.

Cemal Süreya’nın şiirlerinde devini ve ironi büyük yer tutar. Gülmece çizgisi, yergiye ve alaya kaçmayan ince bir ironiye dayanır Eylem ve deviniyi ezgiyle bütünleştirir. Sevgiliyi okşayan parmaklarını, onların üstlerine konmuş bir kuşun uzun ötüşüne benzetir. Kendisine karşı da yer yer narsistik bir duygu taşımaktadır. Aşk dolu gözlerin ışıltısını “bakımsız mavi” konuşa inceliklerini “güzel laflı İstanbullar” biçiminde niteler İlişkilerindeki en belirgin duygu ise sitemdir.

Gülü, sokağa düşmüş bir kadınla simgeler. Kendi kendine yaşam kadınının, ilk kandırılışının öcünü almayı tasarlar. Bu duygu, kolunu kanadını kırıp bir kan ve bir kıyamet olursa da her şey geçmiş, olay artık çok çiğnenen bir yol durumunu almıştır Bu kez de o duygu, içinde durmadan çınlayan bir buruk ezgi olup çıkar: “Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum/Her nasılsa sokağa düşmüş/Kolumu kanadımı kırıyorum/Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene” (Üvercinka, s. 7)

Şair, varlıklar arasında türlü değiştirimler yapar: “Görünce kamaştı da dişlerim” (Göçebe, s. 37) “Üçgenler” adlı şiirinde toplumsal sancıların, bilimsel verileri bile geride bıraktığına değinir. Aralarında ortak noktalar bulunan toplumdaki üç ayrı insanı ele alır. İşsiz Ali, kendisini isteyiciliğe dek düşürür. Yaşam kadını, etini satarak yaşamını sağlar. Yoksul çalgıcı ise sanat coşkusunun verdiği güçle onurunu hep ayakta tutar. Şiir sanatını zaman zaman resim ve müzikle bütünleştirir. Genellikle şiirlerinin son dizelerini sürprizlerle bitirir.

Cemal Süreya, estetik zenginlik ve çarpıcılık sağlamak için dolayımlı, devrik ve çok anlamlı söyleyişlerden yararlanır. Aliterasyonlara ve uzak çağrışımlara yer verir. Halk deyimleri ve işlevsel yinelemelere başvurur. Konuya uygun, yerinde ritimler kullanır. Somut+soyut, soyut+somut, soyut+soyut biçiminde imgeler uygular. Biçimle birlikte özü de geliştirir.

Şu örnekler, sanatçının biçemine az çok ışık tutacak niteliktedir: “Kırmızı bir kuştur soluğum” (Üvercinka, s. 5). “Yüzünün sesi/hüznün kuşları/masmavi yanardı sesin”

Dizelerini aliterasyonlarla kurar; Şu karangu şu acayip Asyalı aşkın” (Göçebe, s. 7) “Sanat Çini vurdu birden: pirinççç” (Göçebe, s. 6) Sözcükleri kimi yerde çok anlamlı, ritimli ve dolayımlı olarak kullanır: “Ay kana kana batıyor” (1-Kana batıyor, 2-Işığa boğulmuş, dolunay biçiminde batıyor. (Göçebe, s. 31) “Ama yok aslan heykelleri var köpek” (Üvercinka, s. 41) “Ben ömrümde aşk nedir bilmedim/Süheyla’yı saymazsak ha ha ha” (Üvercinka, s. 16)

Cemal Süreya, edebiyatımızda deneme, çeviri, eleştiri ve günceleriyle de gün yapmıştır. Şapkam Dolu Çiçekle ve Günübirlik adlı yapıtlarında topladığı deneme ve eleştirilerinde, kavramsal gerçekleri parça parça verir. Gene de onları dağıtmaz. Aralarında alttan alta bir bağ kurmaya çalışır. Kimi zaman ayrıntılara kaçtığı olur. Bu ayrıntılar, bütünün içinde çok tutarlı saptamaları da içerir. Bu tip çalışmalarında zaman zaman yerelden evrensele de uzandığı görülür. Tevfik Fikret, Yahya Kemal ve Orhan Veli gibi değerleri acımasızca ve doğru olarak silkeler.

Süreya, eleştiri konusu yaptığı dilci ya da sanatçıları, yalnız getirdikleri değerler açısından değil; etkilenim, etkileyiş ve çağına yaklaşımı yönünden de ele alır. Yazılarının değerlendirmelerinde belli belirsiz kendi görüş ve duygularını da gündeme soktuğu olur. Denemelerini, yer yer dil ve yazın planından düşün ve politika planına da kaydırır. Kısa değiniler biçiminde Milliyet Sanat ve Gösteri dergilerinde süreli olarak yayımladığı güncelerde doğru saptamalar yapıp bu arada önemli bir yazınsal gerçeğe ya da olaya ışık tutar.

Cemal Süreya şiirlerinde olsun, düz yazılarında olsun, edebiyatımızdaki verimli çalışmalarını, onların nitelik ve düzeyini düşürmeden günümüzde de sürdürmektedir. Buna karşın onun, her zaman şairliği ağır basacaktır.


Cemal Süreya, Üvercinka, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1958, 60 sayfa.
Cemal Süreya, Göçebe, de Yayınevi, İstanbul 1965, 46 sayfa.

Kaynak: Kuzeysu, Aralık 1993, Sayı 44, sayfa 3-7.

.