Hatice Sönmez Kaya’yla Söyleşi

25 Ekim 2023



Hatice Sönmez Kaya:
“Yaşama yazarak bir not, bir iz bırakmak istiyoruz sanırım.”

Bizim Çağ Edebiyat: Konuğumuz geçtiğimiz günlerde, Flamingoların Ağıtı adlı öykü kitabıyla okurlarıyla buluşan Hatice Sönmez Kaya. Kaya, Kırşehir’de doğdunuz. Nevşehir Kız Öğretmen Okulunu yatılı olarak bitirdikten sonra Eskişehir Anadolu Üniversitesinde eğitim ön lisansını tamamladınız. Uzun yıllar sınıf öğretmeni olarak yurdun değişik yerlerinde görev yaptınız. Yaşam öykünüze neler eklemek istersiniz?

Hatice Sönmez Kaya: Altı çocuklu, kalabalık ama mutlu bir aile içinde büyüdüm. Annemin “Baban, atla köylere gidip okulları denetlerdi.” sözü, çocukluk düşlerimin ışığı oldu hep. O, kahverengi bir atın üstünde fötr şapkasıyla uçarcasına giden bir kahramandı gözümde. Yolumu, Cumhuriyet sonrası aydınlanma kuşağının neferlerinden biri olan babamın izinde sürdürdüm.  İlk gençlik dönemim, 68 kuşağının eylemci ruhundan etkilenerek geçti. Coşkuyla peşine takıldığım müziğin sesi acı bir frenle sustuğunda, iki küçük çocuğum vardı kollarımda. Unutamadığım, sağaltımı güç bir ağrıydı bu. Yaşadıkça öğrendim ki insan zaman içinde her türlü güçlüğe katlanabiliyor.

B. Ç. Edebiyat: İlk kitabınız Üşü, 2017 yılında yayımlandı.  Onu hangileri izledi? 

H. S. Kaya: Üşü’den sonra sırasıyla 2018’de Gün Gülü, aynı yıl Babil’in Peri Masalları (ortak kitap), 2019’da Dilsiz Ay, 2021’de Susku,  2023’te Flamingoların Ağıtı yayımlandı. Bu süreler içinde Üşü, Arif Baş Öykü Yarışması’nda özel ödül aldı. “Yasaklı Gülüşler” öyküsü , Deli Zeynep Öykü Yarışması ikincisi oldu. “Babamdı O”  öyküsü İnönü Üniversitesinin oluşturduğu “Öğretmenim” kitap seçkisinde yer aldı. “Ayrı Yaşamlar” öyküsü, Sevgi Soysal Öykü Yarışması kitap seçkisine değer görüldü. “Araba” öyküsü Homeros Öykü Yarışması sonucu Hepsi Hikâye adındaki kitap seçkisinde yayımlandı. “Buluşma” öyküsü Bafra Edebiyat Derneği’nin açtığı, Yüreğe Dokunan Kadınlar Öykü Yarışması ikincisi oldu. Ayrıca “Kuşlar da Sustu” öyküsü Biz Yayınevi’nin İçimdeki Kırk Kadın kitabında yer aldı.

Yazmak gibi okumak da beceri ister. Satır aralarında ne söylenmek istendiğini anlamazsak iyi okur sayılmayız.” 

B. Ç. Edebiyat: Önce sizi ÜŞÜ’ ye getiren süreçten söz edebilir miyiz? Yazmadan önce iyi bir okurdunuz diye söze girsem “Nasıl bir okurdunuz” sorusunu siz yanıtlar mısınız? Sizi kitaplara yönelten neler oldu? Kitaplar, dünyanızda kendisine nasıl bir yer edindi? 

H. S. Kaya: Kitaplar çocukluğumdan beri var. Ailem bu olanağı bize sağlamıştı. Bu ayrıcalığı babamın eğitimci olmasına, annemin çıkışlarına aldırmadan her isteğimize “evet” demesine borçluyum. Ortaokuldayken Diriliş, Ezilenler, Anna Karenina gibi klasik kitapları almaya başlamıştık bile. Çalıkuşu, Acımak ve benzeri Türk yazarların kitapları evimizin demirbaşıydı. İlkokuldayken ağabeylerimizin elindeki Tommiks’i, Teksas’ı onlar gibi biz kızlar da gizli okurduk. Kızılderililere yapılanların ırkçılık olduğunu düşünemez, çocukluk aklımızla sevinirdik.

O dönemlerde okumak öyle önemliydi ki yerdeki gazete parçası bile alınıp okunurdu.

Yazmak gibi okumak da beceri ister. Satır aralarında ne söylenmek istendiğini anlamazsak iyi okur sayılmayız. Klasikleri çok sonradan yeniden okumaya başladığıma göre ilk gençlikteki okumalarım tartışılır ama kitaplar benim dünyaya açılan penceremdir. 

B. Ç. Edebiyat: İyi bir okur olarak yolunuz yazmakla nasıl buluştu? İlk kitabınız 2017’de okurla buluştu ancak öncesinde yoğun bir emek olmalı. “Yazmak istiyorum.” düşüncesi kafanızda nasıl oluştu? Yayımlanan ilk yazınız hangisiydi? Nerede ve ne zaman yayımlandı? Onu neler izledi? 

H. S. Kaya: Edebiyata, sanata karşı ilgim hep oldu. Sinema, tiyatro, kitap yaşamımın vazgeçilmez olgularıydı. Öğretmen Okulundaki etütleri okuyarak geçirirdim. Gazap Üzümleri kitabını da o dönemde okudum. Edebiyat dersinde verilen bir konuyu bu kitaptan esinlenerek yazmış ve beğeni almıştım. Okul gazetesine de kısa öyküler yazardım. Düşünüyordum da ta o zaman öykülerimin kahramanları ya sakat ya da acı çeken birileri olurdu. Yaşamın içindeki farklılıkları yazmayı seviyordum.

Mesleğim ve yaşantım gereği yazmaya oldukça geç, yorgun bir dönemde başladım. Emekli olduktan sonra torunlarıma, ileride okuyacaklarını düşünerek üşüyen ülkemin durumunu, Atatürk’ü, çok erken yitirdiğimiz dedelerini yazıyordum. Hoşuma gitti bu. Yazmak oyaladı, sağalttı beni.

Ankara’da olmanın şansıyla edebiyat etkinliklerini izlemekten de geri kalmadım. Katıldığım yerlerde birçok değerli yazar ve şair arkadaş tanıdım. Örnek öykülerle yazma coşkusunu yaşadım. 

Yazdığım öyküler edebiyat dergilerinde yayımlanmaya başlayınca, yazmanın üstüne balıklama atladım desem yalan olmaz. Yayımlanan ilk yazım, Dünyanın Öyküsü Derneğindeki bir yarışma sonucu kazandığım “Kurabiye” öyküsüydü. Arkası geldi, 2015-2016 yılında yazma edinimim ivme kazandı. Bir arkadaşın önerisiyle Uğur Mumcu Araştırma Vakfında, yazma, felsefe ve editörlük seminerlerine katıldım. Çiğdem Ülker’le atölye çalışmalarımız da oldu. 2017’de Üşü yayımlandı. “Babil’in Peri Masalları” bu grup çalışmalarında ortaya çıktı. Böylelikle yazma konusunda kendimi geliştirmeye yöneldim. 

B. Ç. Edebiyat: Yazmak, insanları her zaman cezbeden bir eylem miydi yoksa günümüzde yazmaya ilgi arttı mı? Nasıl değerlendiriyorsunuz? İnsanlar yazar olarak neler beklediler/bekliyorlar? Yazar olmak neden (öyleyse eğer) cezbedici? 

H. S. Kaya: Her insanı cezbeder mi bilmiyorum ama evet, günümüzde yazmaya ilgi arttı. 

Yaşama yazarak bir not, bir iz bırakmak istiyoruz sanırım. Ancak sayısı hızla artan basılmış kitaplara karşın okumanın gerilediği ve yazmanın da değerinin yittiğini söylemek isterim. Son günlerde çok sayıda yazma atölyesi açılıyor. Bilmiyorum ama sanki bu konuda bir pazar oluştu. Bu çalışmalar yetkin kişilerle teknik bilgiler bakımından önemli ama yazmak başlı başına kişisel bir edimdir. 

Okumak ve yazmak benim zaten ilgi alanım. Bir bakıma içsel dünyamla barışma, okurla konuşma, düşüncelerimi açıkladığım bir sığınak gibi düşünüyorum. Çekici gelen yanı budur demek isterim.

B. Ç. Edebiyat: Yazmak isteyen pek çok insanın aklına takılan “Nasıl yazar olunur” diye bir soru var. Ama bundan önce belki de yazan olmakla yazar olmak arasındaki ayrımdan mı söz etmeliyiz? Yazar kimdir?

H. S. Kaya: Yazar olmanın belli bir okulu, belli bir sınırı yok bence. Koşullar ve ilgiden kaynaklı bir edinim.

Evet, aslında birçoğumuz yazanız. Yazar olmak, entelektüel bir birikimi gerektirir. Biyolojik, sosyolojik, psikolojik her türlü bilgi şart. Yaşadığımız coğrafyayı iyi tanımalı, toplumsal sorumluluğu olmalı ve ülkesinin sosyoekonomik durumunu bilmelidir. İyi bir gözlem, düşsel zenginlik, eleştirel düşünce de gerekiyor ama zihinsel ve ruhsal olarak hazır olan insanlar da elbette donanımı olmadan yazabilir. Yazan kişi, yaratıcılığını besleyecek sinema, tiyatro, resim, müzik gibi yan dallarla da ilgilenmeli. Yazmak için yazmamalı, ne yazacağını bilerek yazmalı. Dilimizi özenli kullanmalı. Yabancı dillerden arınmış arı, duru Türkçe sözcükleri yeğlemeli.

B. Ç. Edebiyat: Yazarlığa çıkan yolu bir merdivenin basamaklarını tırmanmaya benzetebilir miyiz? Bu basamaklarda insanları neler bekliyor? 

H. S. Kaya: Benzetebiliriz. Acele etmeden, şairin dediği gibi ağır ağır ve her basamağa yeni bir şeyler ekleyerek çıkmalı. Özen göstermez, kendimizi geliştirmezsek bu basamaklardan düşme olasılığımız da var. Hedefe ulaşmak için yazmaktan vazgeçmemek gerekir. En önemlisi de disiplinli çalışmalı ve sürekli okumalı. Günümüzde yazar sayısı arttıkça rekabet de arttı. 

Yazılanlar, değişen dünyaya ve yaşama değinmeli. Önemli olan adını duyurmak değil, düşündüklerini seslendirmektir.

B. Ç. Edebiyat: Günümüzde kitap yazmak da, kitabını bastırmak da, okurla buluşmak da eskiye göre daha kolaylaştı desem bu düşünceme katılır mısınız? Bu durum sizce edebiyat dünyamızı nasıl etkiledi? 

H. S. Kaya: Kolaylaşan, dengesizce çoğalan her şey bir ölçüde değerini yitirir. 

Yazan ya da yazar için bu durum kolaylaşmış görünse de kitap bastırmak maddi güce dayanıyor. Kimi bilinen yayınevleri her dosyayı almıyor. Alsa da çok uzun zaman sonra belki basılabiliyor. 

Elbette nitelikli kitap olursa kolay basılıyor olması edebiyat dünyasını varsıllaştırır. 

Etkili bir dille yazılmamış, kurgusu, anlatımı sıradan olan, salt olay örgüsü içinde kalmış kitapların edebiyata katkısı yoktur. Özellikle fantastik, polisiye, distopik ve ütopik kitaplarda bunu görebiliriz.

Toplumsal duyarlılığımızın ağır bastığı dönemlerden geldim. Zaten beslendiğim edebiyat kaynakları da gerçekçi, toplumcu kuşaktan olunca yazarlığa hangi pencereden baktığım anlaşılıyor.”

B. Ç. Edebiyat: Bizim elimde iki kitabınız var. Susku, 2021’de okurla buluşmuş, bir roman ve bu yıl yayımlanan Flamingoların Ağıtı, bir öykü kitabı.  Kitaplarınızın ortak noktası olarak şunu gördük: Sizi bir yazar olarak toplumsal olaylar harekete geçiriyor. Bu durumda edebiyata toplumsal gerçekçi bir pencereden bakıyorsunuz diyebilir miyiz?

H. S. Kaya: Evet, çok doğru ve yerinde bir saptama. Sanatın vazgeçilmezi gerçekliktir. Sinema, tiyatro, resim, müzik, şiir, roman ve öykülerde insan yaşamından yola çıkılarak eserler verilir. Tıpkı bir yontu gibi. Trajedi, gülmece, romantizm, sevgi, sevinç, öfke hep insan yaşamının gerçekliğidir. Her ne denli kurgu oluştursam da yaşamın esintileri beni gerçekçi yazmaya itiyor. Toplumsal duyarlılığımızın ağır bastığı dönemlerden geldim. Zaten beslendiğim edebiyat kaynakları da gerçekçi, toplumcu kuşaktan olunca yazarlığa hangi pencereden baktığım anlaşılıyor.

B. Ç. Edebiyat:İyi bir yazar olmak, iyi okurlarla buluşmak, daha iyi bir dünyaya doğru güçlü adımlarla ilerlemektir diyerek sözümüzü bitirelim mi?

H. S. Kaya: Bu güzel dileğinize hayır demek olası mı? Daha iyi, daha yaşanılır bir dünyaya, sanatın iyileştirici gücüyle diyelim.