Esme Aras’la Söyleşi

16 Kasım 2023
Söyleşi: Bizim Çağ Edebiyat

Esme Aras, İstanbul Çatalca doğumlu. Ayvalıklı. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Öyküleri ve yazıları çeşitli gazete ve dergilerde yayımlandı. Ortak kitaplarda, derleme ve seçkilerde yer aldı. Ödüllendirildi. İlk öykü kitabı Neptün Mavisi Düşler 2015’te okurla buluştu. 

Bizim Çağ Edebiyat: “İstanbul Çatalca doğumlu. Ayvalıklı.” Bu cümlenin ayrıntılarını sizden dinleyebilir miyiz? Ayvalıklı olmanın yazarlığınız üzerinde bir etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Esme Aras: Anne tarafından Giritli, baba tarafından Selanikli olmak üzere üçüncü kuşak mübadilim. İlk, orta ve lise eğitimini Ayvalık’ta tamamladım. Karakterimin oluştuğu, alışkanlıklarımın şekillendiği çocukluk ve ilk gençlik yıllarında o kıyı kentinin kültürüyle yoğrularak büyüdüğüm için İstanbul doğumluyum ama Ayvalıklıyım diyorum kendime. Başta üniversite okuyabilmek amacıyla ait olduğum küçük ve korunaklı kasabamızdan ayrılmam gerekiyordu. Sonra yaptığım seçimlere bağlı olarak değişti yaşadığım kentler de. İstanbul’da Marmara Üniversitesinde başladığım eğitimime Ankara Üniversitesinde devam ettim ve İletişim Fakültesinden mezun oldum. Yaklaşık yirmi beş yıldır Ankara’da yaşıyorum, yazıyorum.  

Mekân tasvirleri olarak yaşadığım kentler yazdıklarıma elbette yansıyor. Her iki öykü kitabımda yol, illaki bozkırlardan denize çıkıyor. Bu anlamda bir mavi özlemini, kıyı izleğini görmek mümkün. Çocukluğumun geçtiği, büyüdüğüm o kıyı kasabalarının havası, kokusu, dokusu, mimarisi, iklimi, coğrafyası, bitki örtüsü ve mavisi öykülerimde fazlasıyla yer etti, ediyor.

B. Ç. Edebiyat: İlk kitabınız 2015’te okurla buluştu. Ona gelene kadar nasıl bir yol izlediğinizi, yazarlık merdiveninin basamaklarını nasıl çıktığınızı öğrenmek için sormak istiyorum. Yayımlanan ilk yazınızı anımsıyor musunuz? Ne zaman nerede yayımlandı? 

E. Aras: İlk yazılarım, Dünya gazetesinin Balıkesir bölge temsilciliğinde çalıştığım 2002’de ana gazete ve Körfez Bölge ekinde olmak üzere; edebiyat alanında ilk öyküm ise İzmir’de BatıSöz dergisinde 2010’da yayımlandı. 

Öncesinde günlükler tuttum, uzun uzun mektuplar yazdım, sadece kendime sakladığım metinlerim vardı ama bendeki yazma ışığını ilk fark eden ismin, Türk basınının ustalarından sevgili Bekir Coşkun olduğunu söyleyebilirim. Henüz tıfıl bir mezunken ve neyi nasıl yapacağımı pek de bilemezken ilk yazma seminerlerini kendisinden aldım. Fakat zamanla onun küçük bir kopyası olmaya başladığımı fark ettim ve çok sevdiğim bir başka yazar olan sevgili Necati Tosuner’in “Kendine bir yazar seç ama ondan farklı ol,” sözünü o günlerde henüz bilmiyordum. Ben ne yazıyorum, ne yazmak istiyorum, neyi daha iyi yazabilirim düşüncesiyle yaratıcı yazarlık atölyelerinin kapısını çaldım, bireysel yazar koçluğu programlarına katıldım. Ayrıca İzmir’deki Egeli Kadın Yazarlar Platformunun bir üyesiyim, onların çeşitli projelerine katıldım. Benden önce bu yolu yürümeye başlamış yazarlardan öğrenmek besleyici ve zenginleştirici oldu. İlk kitabıma giden yolda öykülerim, tüm bu sürecin üzerinde mayalanmaya başladı.

Acemiliklerimin olduğu ilk metinlerim, yoğun bir duygu aktarımı olan an öykülerinden oluşuyor. Bu anlamda ilk kitaplar önemlidir çünkü yazarın öz yaşamından esintiler taşır. Yazar en iyi bildiği şeyden, kendinden yola çıkarak yazmaya başlar.”

B. Ç. Edebiyat: İlk kitabınızın okurla buluşma öyküsünden söz eder misiniz?

E. Aras: Neptün Mavisi Düşler, bir Ankara klasiği olarak kentin kültür ve edebiyat hayatına katkısını sürdüren Dost Kitabevi Yayınları tarafından 2015’te okurla buluşturuldu. Acemiliklerimin olduğu ilk metinlerim, yoğun bir duygu aktarımı olan an öykülerinden oluşuyor. Bu anlamda ilk kitaplar önemlidir çünkü yazarın öz yaşamından esintiler taşır. Yazar en iyi bildiği şeyden, kendinden yola çıkarak yazmaya başlar. Ben de bir büyük kentli olarak buraya gelirken ardımda bıraktığım pek çok ayrıntıdan söz ettim. Tek bir öyküyü imlemek ve öne çıkarmak yerine kitaptaki tüm öyküleri kapsayan, kucaklayan bir ad arayışına girdiğimde mitolojik bir gönderme de olsun istedim. Neptün, Antik Yunan’daki deniz tanrısı Poseidon’un Roma’daki adıdır. Böylece bir madalyonun iki yüzü ortaya çıktı. Her yazarın ve okurun içsel dünyalarının farklılığından hareketle hem farklı bir dünya tahayyülünü hem de denizin mavisini imledi öyküler de kitabın adı da.

B. Ç. Edebiyat: Yazmak deyince aklınıza ilk gelen sözcük ne desem… Sizin için yazmak, nasıl bir eylem? Zor, kolay, eğlenceli, sıkıntılı, olmazsa olmaz… 

E. Aras: Yazmak cesaret gerektiren bir eylem. Okurun karşısına çıkmak bir cesaret işi. Üniversitedeki hocam Emin Özdemir, yazarlığın öğretilemeyecek yönlerini dört başlıkta toplardı: “Sabır, düş gücü, duyarlılık ve yazma cesareti.” Ayrıca yazarken alınan bir haz duygusu var. Sevgili Necati Tosuner, yazarların iğneyle kuyu kazdığını söylerken “Kaldı ki kazmayla kuyu kazmak bile yeterince zordur,” diyor. Yazmanın, üretmenin, düşünmenin haz verdiği kadar yorucu olduğunu hepimiz biliyoruz. Daha çok maneviyatla yapıldığı noktasında birleşiyoruz sanıyorum.

B. Ç. Edebiyat: İnsan niye yazar? Bu sorunun yanıtı günümüzde değişti mi? Yazma isteğinin arkasında ne var? Siz daha çok ne hissediyorsunuz? 

E. Aras: Tabii yazacaksan anlatacak sözün de olmalı. Bunun için de insanının önce kendi içine dönüp bakması gerekir. İçindeki derinliğe baktığında orada ne görüyorsun? “Neden yazıyorsun?” sorusunu pek çok insana sorsak herkesin farklı bir nedeni olabilir: Ölüme meydan okumak, yaşamda bir iz bırakmak, ölümden sonra da yaşamak ya da kalıcı olma isteği gibi. Ben bu bilinçle yazmaya başlayanlardan değilim. Ama derinlerimde bir anlatma ihtiyacı hep vardı. Ana rahminden dünyaya fırlatılıp atıldığımız andan itibaren yaşamla bir ilişki kuruyoruz ve hayatın sorunlarıyla yoğrulurken kurduğumuz baş etme yöntemleri de birbirinden farklı. Kimisi edebiyatta kendini ifade ediyor, kimisi resimde, müzikte, fotoğrafta veya sinemada… Bendeki karşılığı yazında, öyküde oldu. Meraklı bir yapım var, çocukluğumdan itibaren sorular sorup duruyorum. Bunun bir kısmı da röportajcılıkta tezahür etti diyebilirim.

B. Ç. Edebiyat: “Esme Aras niye yazıyor?” sorusuna kitaplarınızdan yola çıkarak yanıtlar aramak istiyoruz. Ardından eksik kalanı size soracağız. Bizim elimizde iki kitabınız var. Biri okuruyla çok yeni buluşan (Eylül 2023) bir roman: Kabil, Ötesi Boşluk. Diğeri (2017’de yayımlanan) bir öykü kitabı: Kumrunun Saklısından. Öykü kitabınızla başlamak istiyoruz. Kitabın içinde 15 öykü var. Kumrunun Saklısından bu öykülerden birinin adı değil. İki öykünüzde kumrulardan söz ediliyor: “Hayat Akıyor” ve “Kurbağaları Ürkütmek” Bir kitabın adı, okuru çağıran ilk sestir. Kitaplarınıza ad seçerken neleri gözetirsiniz? 

E. Aras: Neptün Mavisi Düşler’de olduğu gibi Kumrunun Saklısından adlı ikinci öykü kitabıma ad seçerken yine aynı yolu tercih ettim. İçinde birbiriyle ilintili öyküler, benzer temalar olsa da tematik bir kitap değil. Tabii kumru benim için çocukluktan gelen bir imge. Kıyı çocuğuyum ama uzun yıllardır kıyısız bir kentte yaşıyorum ve ardımda bıraktığım her şeyi çok özlüyorum. Ankara’nın sert havasında kumru sesine rastlamak hayli zor; daha yumuşak bir iklime alışkın o kuşun narin bir yapısı var. Bir gün Ankara’da duyduğum kumru sesini metafor olarak yorumladım. Sanki bir zaman tüneline düşerek geçmişe doğru yolculuk yapıyordum. Geçmişi düşünerek bugünü anlama çabasıyla kaleme alınan öykülerde, içinde mutlaka kumru sözcüğü geçen bir ad arayışıyla yol, Kumrunun Saklısından’a vardı.

B. Ç. Edebiyat: “Kurbağaları Ürkütmek” adlı öykünüz üzerinde biraz duralım istiyoruz. Bu öykünüzün yazılma yolculuğu üzerinden izninizle Esme Aras nasıl yazıyor sorusuna yanıt aramak istiyoruz. Bu öyküde okurunuz ihtiyarlığın ve yalnızlığın ürküttüğü bir adamla tanışıyor. Parkta bir bankta oturuyor. Gözü, bir kız çocuğuna takılıyor. Babası, güvercinlere ekmek atınca güvercinler kızın çevresini sarıyor, çocuk mutlu oluyor. Öykünüzün kahramanı bu olay üzerine kendi çocukluğuna gidiyor. Anımsadıkları çocukluk yıllarıyla sınırlı kalıyor: babaannesi, annesi, babası, ağabeyi… 

Bu öykü sizi kendisine nasıl çağırdı? Öyküler mi sizi buluyor, siz mi öyküleri buluyorsunuz, ne dersiniz? Esme Aras nasıl yazıyor? 

E. Aras: İhtiyarlıkla çocukluğun benzer yönleri olduğu düşüncesiyle yola çıktığım o öyküde çocukluğuma ait çok fazla imge söz konusu. Genelde parklarda veya Ayvalık’ta sahil kenarındaki banklarda oturan, kendi sessizliği içinde etrafı ve manzarayı seyreden yaşlı insanları gözlemleyerek, o sırada ne düşündüklerini merak ederek yazmaya başladım. 

Bir oturuşta duygu seliyle yazabilenlerden değilim. Mutlaka notlar alıyorum, bir öyküyü kurgularken o notlardan faydalanarak düşünüyorum. Bunu yaparken de çocukluğuma gidiyorum çünkü zamanında büyük bir şehirde değil de bir kasabada ve kentin henüz gelişmediği dönemlerini, o yoksunluğu yaşayarak büyümüş olmanın kıymetli olduğunu düşünüyorum. Artık bir büyük kentliyim. Buraya gelirken ardımda bıraktığım maviyi, tarihi, mimariyi, deniz kabuklarını, zeytinin grisini, çam örtüsünü özlüyorum. Hatta bir dönem içinde yaşamaktan sıkıldığım o ilişkiler de buna dahil. Tabii kentler de zaman içinde değişiyor. Kent ve mimari ölçeğinde baktığımızda birey ve mekân birbirini değiştirip dönüştürüyor. Bu bazen yeni bir dil de üretiyor. Bu öyküde sanırım bunların hepsinin etkisi var. Eskiye, kentin eski hallerine ve kurulan o ilişkilere bir özlemle bu öykünün yazılmış olduğunu söyleyebilirim. 

B. Ç. Edebiyat: Yazarken olmazsa olmazlarınız var mı? Her yerde, her koşulda yazabilir misiniz? 

E. Aras: Bu konuda o kadar yetenekli değilim, her koşulda her yerde yazamıyorum. Özel hayatımda da düzenli, planlı olmayı seven biriyim. Genelde çalışma odamda okuyup yazmayı tercih ediyorum. İklim koşullarına göre çalışma odası çok ısınırsa ya da soğursa bilgisayarımı ve kitaplarımı alıp salonda veya mutfak masasında yazdığım da oluyor. Tabii hayatı bir kadın olarak deneyimliyorum. Öyle iki çorba karıştırayım, röportaja iki soru daha hazırlayayım gibi bir durum bazen can sıkıcı olabiliyor ama sonuç itibarıyla hayat bunu söylemek kadar bir çırpıda yaşanmıyor maalesef. Koşullar bana uymazsa ben koşullara uymaya gayret ediyorum. Gürültülü ortamlardan hoşlanmıyorum. Okurken sessizlik, yazarken de sadece kafamdaki düşüncelerin yarattığı bir kalabalık olsun isterim. Ya da odada sadece benim seçtiğim bir müziğin mırıltısı duyulabilir. Dışarıda gözlem yaparken, yolculuklarda küçük notlar alabilirim. Ama iş uzun zamanda düşünerek bir öyküyü yazmaksa kendimle kalmaya, o yalnızlığa ihtiyacım var, evet. 

B. Ç. Edebiyat: Öyküleriniz ve elbette romanınız (Kâbil, Ötesi Boşluk) insanlığın kanayan yaralarına da parmak basıyor.  Sözü Kâbil’e getirmeden gazeteciliğinizle belgesel roman arasında bir bağ kurmak adına Ankara’da Edebiyat/Emsalsiz (2016) ve Yaz’Ankara edebiyat röportajlarına (2021) sözü getirmek istiyorum. Bu çalışmalarınızı sizden dinleyebilir miyiz?

E. Aras: 2012-2017 arasında Hürriyet gazetesinin Ankara ekine edebiyat röportajları hazırladım. Ankara’da yazan, yaşayan, hayatının bir döneminde Ankara’da yaşamış, yolu bu kentten geçmiş, kitaplarında Ankara’yı mekân olarak ele almış yazarların kapısını çaldım. O zamana kadar yapmış olduğum röportajlardan küçük bir yazar grubunu içeren seçkiyi, Ankara’da Edebiyat/Emsalsiz adıyla yayımladım. Pandemide evlere kapanma sürecini yaşarken zamanı nasıl verimli geçirebilirim düşüncesiyle tekrar çalışmaya başladım ve röportajlarım gazete arşivinde yitip gitmesin, bir başvuru kaynağına dönüşsün istedim. Böylece 52 yazarın bir aradalığından doğan Yaz’Ankara, h2o kitap etiketiyle yayımlandı. Ankara’daki kültür insanlarının varlığıyla edebiyat ve kent düzleminde ilerleyen ve her ay kendine yer bulan bu röportajlar bir dönemi kayıt altına aldı. Tarihe, o güne not düşmek, yazarların kentle ilişkisini vurgulamak, hafıza mekânlarını yaşatmak niyetiyle yola çıkmıştım. Bu bakış açısı Kâbil’e de yansıdı sanıyorum. Bir dönem yitip gitmesin istedim, gelecek nesilleri bu yaşadığımız yirmi yıldan haberli kılmaktı bir amacım da. Savaşın nelere sebep olduğunu, olabileceğini kısmen yaşanmış olaylar üzerinden bir roman kurgusu içinde yazdım.  

Bazen kayıpları ve kaybedilecekleri göstermek, kazançları göstermekten daha etkili olabiliyor. Bu anlamda Cumhuriyet’in ve demokrasinin aslında nasıl büyük bir kazanım olduğunu bir roman dosyası üzerinden anlatmak istedim çünkü Afganistan bunun için iyi bir örnek. Ülkenin ibret alınacak bir öyküsü var.

B. Ç. Edebiyat: Şimdi sözü Kâbil’e getirirsek kitabınızı “savaşın çocuklarına ve kadınlarına” ithaf ediyorsunuz. Kitabınız, yakın geçmişte Afganistan’da yaşanan siyasi ve toplumsal olaylara tanıklık eden belgesel bir roman. “İstilacılara rağmen hayatta ve ayakta kalmayı başarmış bir coğrafyanın talihsiz halkını” konu edinmek bir yazar olarak sizi zorladı mı, hangi noktalarda zorladı? “Kâbil, Ötesi Boşluk” nasıl çıktı ortaya?

E. Aras: Şunu söyleyerek başlamalıyım önce. Bu kitap Cumhuriyet’in 100. yılına denk geldiği için çok mutluyum ve kitabı önemine inanarak yayına hazırladığı için Telgrafhane Yayınları’na çok teşekkür ediyorum. Bazen kayıpları ve kaybedilecekleri göstermek, kazançları göstermekten daha etkili olabiliyor. Bu anlamda Cumhuriyet’in ve demokrasinin aslında nasıl büyük bir kazanım olduğunu bir roman dosyası üzerinden anlatmak istedim çünkü Afganistan bunun için iyi bir örnek. Ülkenin ibret alınacak bir öyküsü var.

Kâbil kitabı üzerinde düşünmeye başlayıp notlar almam yirmi yıl öncesine dayanıyor. 2001’de İkiz Kuleler yıkıldıktan sonra Amerika, Afganistan’a yönelik bir harekât başlattı. O günlerde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, ISAF adıyla amacı güvenliği sağlamak ve insani yardımlar ulaştırmak olan bir örgüt oluşturdu. Türkiye de o kapsamda ilk andan itibaren Afganistan’da yer aldı. Aradan yirmi yıl geçti, 2020’ye gelindiğinde terör yuvalarını vurmak maksadıyla Afganistan’a giren Amerika, Doha’da Taliban ile aynı masaya oturup anlaştı ve geri çekileceğini açıkladı. Geniş bir zamana yayılan bu sürede pek çok olay yaşandı; onca emek, zaman ve para harcandı. Bu noktada tarihi gerçekler üzerinden kurgu yaparken, takvimden bir kesiti bağlamından kopararak, zihnimde evirip çevirerek bambaşka bir şeye dönüştürdüm.  Benim açımdan bir düşünme fırsatı oldu diyebilirim, toplumsal olanla bireysel olan arasında bir yapı kurdum. Çünkü bir tarafta insanın hayatta kalma, öbür tarafta da insanlığın birbirini yok etme çabası vardı. 

Sözünü ettiğim olayları roman kurgusunun içine yedirmeye çalışırken zorlandım açıkçası. Öyküye yatkın dilim nedeniyle aklımda önce küçük küçük öyküler yazma düşüncesi vardı ama metin anlatısı kendine daha geniş bir yer istiyordu. Yazım ve anlatım zamanı olarak da geniş bir takvime yayılmalıydı. Didaktik olmaktan kaçınmam ve tarihi gerçekleri metne dahil etmem gerektiğinde epeyce debelendiğimi söyleyebilirim. 

B. Ç. Edebiyat: Neden Kâbil, Kabil’in ötesi boşluk? 

E. Aras: Çünkü ötesi yok, sizin de belirttiğiniz gibi bir umutsuzluğun altını çiziyor o boşluk. Kitabın sonundaki soru, hâlâ yerli yerinde duruyor. Bir tarafta bireysel bir tarafta toplumsal olanı anlatmaya çalıştığımı söylemiştim. Kitapta kanserden kurtulmaya çalışan hasta ve yakınlarının çabası sonuçsuz kaldığında baş karakterim Mert, elindeki o büyük boşluğu “boşa çıkmış emekler” olarak tanımlıyordu. Bu iki evren arasında bir paralellik kurmaya çalıştım. Yirmi yılın sonunda o insanlar, yani Afganistan halkı kaderine terk edildi. Bundan sonra neler olacağını da hep birlikte göreceğiz, gelişmeleri birlikte değerlendireceğiz.

B. Ç. Edebiyat: Yazar Esme Aras’ın bireyin dünyası kadar toplumsal olaylara karşı da duyarlı olduğunu söylemek doğru olur sanırım. Zaman ayırdığınzı için teşekkür ederek söyleşimizi sonlandırmak istiyoruz. 

E. Aras: Nazik davetiniz, ayrıntılı okumalarınız ve emeğiniz için ben teşekkür ederim. Sevgiyle ve edebiyatla hep…