21 Nisan 2024
ŞÜKRAN ŞAHİN
Biz büyümeye çalışırken kentlerde ve kasabalarda modern şehirleşme diye bir moda çıktı. Taş, kerpiç, ahşap evlerin yerini betonarmeler almaya başladı.
Her köşesi bizi oyuna davet eden o güzelim ahşap konaklarımızı gözümüzün önünde birer birer yıktılar.
Tahtaların ağladığını düşünürdüm o zamanlar. Evler sökülürken tahtalar birbirinden zor ayrılırdı. Çiviler zor çıkardı yerinden. Evlerin yıkılması sürecinde tahtalardan değişik tınıda sesler duyardım. Ahşap konağımız sanki bana ”Beni kurtar, bana yardım et!” diye yalvarırdı.
O güzelim evlerimiz yıkılırken bazen ağaçlar da kesilirdi. Bahçemizdeki en sevdiğimiz “kraliçe armudu” dediğimiz ağacımız, çıngıraklı elmamız da bu yıkımdan payını aldı, yok odu. Bir daha o armuttan ve o elmadan hiç yiyemedim. Hiçbir armuttan ve elmadan o tadı alamadım.
Evlerimizin içindeki kuruyan mısır dallarından yapılan tabureler, hasır koltuklar, konsollar, duvarlarımızdaki ağaç kakmalar, ipek kozasından işlemeli panolar, süslü kapılar da bu yıkım esnasında modern şehirleşmeyi istemedikleri için yıkıntıların arasından çıkmak istemediler sanki. Bu kimliği ve sanatsal dokusu olan eşyalarımızın birçoğu, diğer atıklarla birlikte kışın sobalarda alevler içinde kaybolup gitti ya da mahalleden geçen hurdacının el arabasında başka yerlere doğru yola koyuldular umutsuzca.
Biz çocukların en önemli besini oyunlardı. Kötü şeyleri hemen unutuverir; inşaat dolu bahçelerde, evlerin önünde yeni oyunlar keşfetmenin ardına düşerdik. Kuşlara özenip (birkaç arkadaşımızın ayağının, bileğinin incinmesine aldırmadan) inşaat kumlarına en yüksekten kim atlar oyunu oynardık. Kumlardan kaleler yapar, tuğlalarla hiç düşürmeden en yüksek kuleyi yapmaya uğraşır, inşaat taşlarıyla kendi binalarımızı kurardık. Atılan tahta sopalarla atçılık oynardık. Daha nice kendi yarattığımız oyunla büyümeye çalışırdık. Modernleşmeye ayak uydurarak… O güzelim ahşap konaklarımızın kokusunu, dokusunu unutarak…
Şimdi gözümün önüne geliyor anı kumbaramdan çıkan bu görüntüler ve içim acıyor. Hele gelişmeyi devasa binalar dikmek zanneden bir modanın yarattığı kötü yapılaşmayı şehirlerde gördükçe bu durumun taa o yıllarda temeli atılmış diye düşünüyorum.
Benim çocukluğumda insanlar doğaya saygılıydı, doğa da insanlara karşı cömertti. Büyük bahçelerde, doğal ortamlarda anne babaların fazla müdahalesi olmadan büyüdük. Şimdiki gibi trafik sıkışıklığı yoktu. İnsanların koşuşturması şimdiki gibi stresli değildi. Hoşgörüsüzlük, birbirine tahammülsüzlük, bencillik de şimdiki kadar fazla değildi. Hava kirliliği de yoktu, iklim krizi de.
Çocukluğumun birbirinin güneşini engellemeyen, manzarasını kapatmayan, göz nuru ve el emeğinin, doğallığın her köşesine sindiği, çocuklara, yaşlılara, tüm canlılara kucak açan, saygılı, oksijeni bol o güzelim eski evlerimizi düşünüyorum bazen. Şimdiki birbirine yaslanmış, devasa betonarme evler düşüyor gözlerimin önüne. İçim daralıyor. Eski evlerimizi hayal ediyorum!
Evlerimizin çoğu yıkıldıktan sonra, neyse ki tarihi ev kapsamında bu güzel evlerin yıkımı yasaklandı. Şimdi beton binaların arasında zor görünen ve şanslı olanlar, günümüze kalanlar zamana inat, gururla gülümsüyor gelip geçenlere. Buruk ve kırgın bir gülümsemeyle!
Çocukluğumun geçtiği bu sokakları şimdilerde gezdiğimde, geçmişteki sevinçli çocuk seslerimizi duvarların arasından duyuverecekmişim zannederim. Anı kumbaramda sesler durur hâlâ çeşit çeşit. Sevinç çığlıklarımız, sobe sobe diye bağrışlarımız, patika ve şose yollarda koşarken ya da uzun tahta sırıklarla yaptığımız takma ayaklarla yürürken çıkan sesler, gacır gucur ilerleyen tekerlekli arabalarımız, dokuztaş oynarken taşların etrafa yayılırken çıkardığı sesler, çelik çomak oynarken sopaların çıkardığı sesler, sokaktan eve girmek istemediğimizde annelerimizin kızgın bağırtıları, okul bahçesindeki gürültülerimiz, kedilerimizin miyavlamaları, köpeklerimizin havlamaları, kuşların cıvıltıları, havalanırken çıkardıkları kanat sesleri, göçmen kuşların yeni yuvalarına doğru uçarken uzaktan duyduğumuz koro halindeki sesleri, baharda damlarımızda misafir olan leyleklerin gaga taktakları… bazen anı kumbaramın içinde tınlarlar. Bu tınlamaya ben de hayallerimle eşlik ederim. Siz de deneyin benim gibi hayal kurmayı!
.
Şükran Şahin’in Diğer Yazıları
Eski Evlere Özlem