4 Mart 2024
Hatice Eroğlu Akdoğan
Erkek şairlerin yanında kadın şairlerin çok az olmasının birçok nedeni vardır. Bunların başında elbette ki dünyaya bakış ve onu yorumlamada dinsel görüşün uzun süre egemen olması gelir.
Divan edebiyatı (13. yy’dan başlayarak 19. yy ortalarına kadar hüküm süren Fars ve Arap dili etkisindeki dönem) derken akla gelen belirleyici tür şiirdir. Bu edebiyatın bel kemiğini Arapça ve Farsça söz ve söz kalıpları, olağan dışı soyut semboller oluşturduğundan iyi bir dil eğitimini ve kültürel birikimi gerekli kılıyordu. Halka ve halkın konuştuğu dile yabancı olan bu türde şiir yazanlar elbette okuma yazmayı bilen eğitimli, saray ve onu çevreleyen varlıklı, nüfuzlu kesimlerdi.
Şairler başta İstanbul olmak üzere imparatorluğun Amasya, Trabzon, Edirne, Manisa, Bursa gibi önde gelen merkezlerinde yetişmiş kişiler arasında çıkmaktaydı. Padişah, sadrazam, şeyhülislam, kadı, kazasker, vali ve bunların evlat ya da yakın akrabalarının şiir yazacak, şiirini okuyacak meclisleri, sohbet ortamları olurdu. Şairler adına “divan tertip etmek” denilen; gazel, kaside, rubai, murabba, muhammes vs. biçimlerinde yazdıkları şiirleri bir kitapta topladıklarında, kendilerine has Divan’a sahip olurlardı. Günümüzde ise geçmişte yaşamış şairlerle ilgili bilgileri divan edebiyatına kaynaklık eden çeşitli yazma ve matbaanın kuruluşundan sonra da matbu eserlerden öğrenebilmekteyiz.
Peki divan şairleri içinde kadın şairler var mıdır? Temel eğitim sürecinde adını bildiklerimiz, şiirlerini incelediklerimizin hepsi erkek şairlerdir. Şairlerle ilgili kaynaklarda ise çok az kadın şair olduğu bilgisine varılmıştır. Örneğin 15. yüzyılda yani Fatih Sultan Mehmet döneminde Zeynep Hatun ve Mihri Hatun’un adı geçer. Kanuni döneminde ise Ayşe Hubbi Hatun şair olarak tanınmıştır. 17. yüzyılda Ani Fatma Hatun ve Sıdki Hatun bilinen kadın şairlerdendir. 18. yüzyılın meşhur kadın şairi ise Fıtnat Hanım’dır. 19. yüzyıl yenilik anlamıyla Batılılaşma hareketinin etkin olduğu bir yüzyıldır. Eğitim ve sosyal hayattaki gelişme ve değişikliklerin de etkisiyle divan ve halk edebiyatı tarzında şiir yazan kadın şair sayısında önceki yüzyıllara göre önemli bir artış vardır.
Tarihsel durumu göz önüne aldığımızda kadın şairlerin az oluşu hayret edilecek bir durum değildir. Erkek şairlerin yanında kadın şairlerin çok az olmasının birçok nedeni vardır. Bunların başında elbette ki dünyaya bakış ve onu yorumlamada dinsel görüşün uzun süre egemen olması gelir. Ortaçağ’da Avrupa’da Hıristiyanlığın erkek egemen belirleyiciliği ne ise İslam dininde de sosyal açıdan kadının yeri odur. Böylesi koşullar içinde haliyle divan şiiri, hatta şiirde eril bakış açısı yanında, işin öznesi de erkektir. Kadının İslam anlayışıyla örülmüş feodal kalıpları kırması ve aşmaya yeltenmesi çok zordur. Bunu başarabilenler ise güçlü bir çevre ve azınlığın sahip olduğu maddi ve sosyal olanakları kullanmışlardır. Şairler arasında adı geçen az sayıdaki kadın dışında, kim veya hangi kadınların kendini göstermeye yeltenip de buna hiç olanak bulamadığını; ayıp ve günah gibi değer yargılarından ürkerek yüreğinin sesini bastırmış olanların da hangi kadınlar olduğunu ise tarih yazmadığı gibi bizler de bilememekteyiz.
Yalnız kadın ile erkeğin asla eşit görülmediği bir ortamda, erkeklerin taht kurduğu katlardan biri olan divan şiiri alanında kendine yer bulmaya çalışan kadınlar, şiirlerine bu eşitsizliğe yumuşakça karşı duran bir söyleyiş geliştirmişlerdir.
Sen misin Kadın Halinle Şiir Yazan?
Sarayda sultan, kadı, vali, şeyhülislam kızı olup gördüğü eğitimin de etkisiyle şair olmuş kadınları, o alanda özgürleşmiş saymamak gerek. Toplumun her yanındaki gelenek ve göreneklerin olduğu gibi divan edebiyatı alanında da kuralların erkeklere göre kurgulanıp yerleştiği bir mecrada, kadın için yaşamayı sürdürmek hiç de kolay değildir. Bir kere şair kadınlar, şiirlerine kendi duygu ve düşüncelerini katamamışlar; şiirlerinde erkek ağzını ve sembollerini kullanmışlardır. Yalnız kadın ile erkeğin asla eşit görülmediği bir ortamda, erkeklerin taht kurduğu katlardan biri olan divan şiiri alanında kendine yer bulmaya çalışan kadınlar, şiirlerine bu eşitsizliğe yumuşakça karşı duran bir söyleyiş geliştirmişlerdir. Örneğin, Zeynep Hatun sanatta cinsiyetin önemli olmadığını şu dizelerde ifade etmiştir:
Ne zenler var ki meydân-ı hünerde
Bir erden yeg ururlar topa çevgân
Müzekkerlik kemâl olmaya şemse
Müenneslikden irmez mâha noksân
(Öyle kadınlar vardır ki, hüner meydanında çevgân topuna erkekten daha iyi vururlar. Erillik (müzekker) güneş için olgunluk işareti olmadığı gibi, dişilik (müennes) de ay için bir eksiklik sayılmaz.)
Divan şiirinin önemli bir yanını, hayran olunan ya da beğenilen bir şairin şiirine nazire olarak yazılan gazeller oluşturur. 15. yüzyılın en büyük divan şairlerinden Necati’yi aynı yüzyılın şairi Mihri Hatun da örnek alır ve Necati’nin şiirine nazire yapar. Şiirine nazire yapılması normalde her şair için onur verici bir şeydir. Mihri Hatun’un bir kadın olarak kendi şiirine nazire yaparak şiir yazmasına Necati çok sinirlenir, bunu edepsizlik sayar ve hakaret kabul edip şöyle karşılık verir:
Ey benim şi’rüme nazire diyen
Çıkma râh-ı edebden eyle hazer
Dime ki işte vezn ü kâfiyede
Şi’rüm oldı Necâti’ye hem-ser
(Ey benim şiirime nazire söyleyen (Mihri Hatun), edep yolundan çıkmaktan sakın! Şiirim, vezin ve kafiye ile Necati’nin şiirine eşdeğer oldu, deme)
Oysa Mihri Hatun da Zeynep Hatun gibi yumuşak başlı davranıp karşı cinsini saldırı değil savunma üslubuyla yola getirmeyi seçmişti.
Çünkü nâkıs olur dirler nisâ
Her sözün ma’zûr tutmaktır revâ
Bir müennes yig durur kim elh ola
Bir müennes yig ki zihni pâk ola
Bin müzekkerden ki bî-idrâk ola
(Kadınlar eksik olur diyerek sözlerini mazeretli kabul ederler. Bir işte ehil olan bir kadın, ehil olmayan bir erkekten yeğdir. Zihni berrak olan bir kadın, anlayışsız bir erkekten yeğdir.)
Hele ki erkek şairlerin arasına karışan kadın bir şair olunduğunda, o kadının dışarıda kopan kıyamete dayanması gerekti. 18. yüzyılda yaşamış olan Fıtnat Hanım (ö. 1780) bunlardan biriydi. Fıtnat (Şerife Zübeyde); şair, musikişinas Şeyhülislam Mehmet Efendi’nin kızıdır. Hem devlet adamı hem devrin şairi olan Koca Ragıp Paşa, Fıtnat ve babası ile de dosttur. Ragıp Paşa’nın konağında şiir sohbetleri yapılır. Sohbete katılanlar arasında şair Haşmet de vardır. K. Ragıp Paşa ve Haşmet’le Fıtnat’ın yakınlığı dışarıda ya da çevresinde hep bir dedikodu nedenidir. Birbirlerine müstehcen şakalar yaptıkları söylentisi ortalıkta dolaşır. Dedikodulara rağmen Fıtnat, bildiği yolda yürümeye devam etmiş; Ragıp Paşa’nın sadrazamlığı döneminde daha da meşhur olmuştur. Küçük de olsa şiirlerini topladığı divanının otuz bir yazma, dört matbu nüshası vardır. Elli dokuz gazelinin çoğunluğu babası Eşref Efendi, kardeşi M. Şerif Efendi, K. Ragıp Paşa ve Haşmet’e nazire şeklindedir
Fıtnat Hanım’dan yüz yıl sonraki süreçte Fatma Aliye Hanım, Fıtnat Hanım’ın kendi döneminin şairlerden oluşan meclise katılmasının, onun sosyal statüsünden ileri geldiğini, yapılan dedikoduları haklı çıkaracak bir dayanak olmadığını belirtmiştir. Nitekim nüktedan ve açık sözlü biri olan Fıtnat Hanım çevresindeki şairlerden biriyle değil tam aksine şair olmayan Rumeli Kazaskeri Derviş Mehmet’le evlenmiş ve söylentilere inananları ayrıca çok şaşırtmıştır.
Şair Fıtnat’ın kadın şairler üzerindeki etkisi kendisinden sonra 19. yüzyılda da devam etmiştir. Tanzimat dönemi edebiyatçıları onu “Şairler Kraliçesi, Hanımefendi Hazretleri” diyerek anmışlardır. Batılılaşma çabası kadının sosyal hayatta daha önemli düzeyde yer almasını cesaretlendirmiştir. Önceki yüzyıllara göre kadın şair sayısında artış vardır. Aynı şekilde nüfuzlu ve devlet katına yakın çevrelerde yetişen şair kadınlar, Mevlevilik ve Nakşilik gibi tarikatlardan birine mensup olmalarından dolayı sosyal açıdan nispeten daha rahat hareket etmektedirler. 19. yüzyılın meşhur şairlerinden Leyla Hanım, Mevlevi tarikatına mensuptur. Kadılık ve müderrislik yapmış bir babanın kızı olması yanında dayısı şair Keçecizade İzzet Molla’dır.
Leyla Hanım (ö.1845) kendine özgüveni yüksek, zeki bir kadın olmasından dolayı toplumca eleştirilerin hedefi haline gelmiştir. Hatta bir kez evlenen Leyla Hanım, eşinin kabalıklarına dayanamadığını söyleyip bir hafta içinde evliliği de bozmuştur. Kendisini ayıplayanlara şu beyitle karşılık vermiştir:
İç bâdeyi gülşende ne derlerse desinler
Âlemde sen eğelen de ne derlerse desinler
(Gül bahçesinde kadehi iç, dünyada eğlenmene bak, ne derlerse desinler)
Aynı dönemin şairlerinden Şeref Hanım (ö.1861) da Leyla Hanım’ın uğradığı eleştirilere maruz kalmıştır. Leyla Hanım gibi Mevlevi olan Şeref Hanım, yaşam tarzına ilişkin dedikodulara bir biçimde Leyla’nın şiirine nazire yaparak yanıt vermiştir:
Gûş itme bu ‘âlemde şemâtât-ı ‘adûyı
Zevkinde ol eğlen de ne derlerse desinler
(Bu dünyada düşmanının şamatasına kulak asma; eğlen, zevkine bak da ne derlerse desinler.)
Benzer eleştirilere maruz kalmak aynı dönemin kadın şairleri arasında dayanışma duygusunu geliştirmiş de olabilir. Şeref Hanım, bir beyitinde de şöyle der:
Hâh u nâ-hâh Şeref’in kadrini bilisin yârân
Âleme bir dahi Leylâ ile Fıtnat gelmez
(Seven veya sevmeyen bütün dostlar Şeref’in değerini bilsin. Çünkü dünyaya bir daha Leyla ve Fıtnat gelmez.)
Bir daha belirtmek gerekir ki divan edebiyatı saray ve çevresinde yetişenlerin edebiyatıydı; halkın dilini ve kültürünü dışta bırakan bir seçkin zümrenin sanatıydı. Burada söz konusu olan divan edebiyatının içerik ve biçimine karşı eleştirel bir değerlendirmede bulunmak değil; kadının, seçkin çevrelerde yaşadığı eşitsizliğin bir görünümüne işaret etmektir. Eğer söz konusu olan divan edebiyatı değil de halk edebiyatı olsaydı kadın açısından durum farklı mı olacaktı? Bence hayır! Hatta okuma yazması olmadığı için ezilen kesimden kadının tarihe böyle bir not düşme şansı hiç yoktur ama konu, bu yanıyla ayrıca araştırmaya değer niteliktedir.
.