Çocuk Edebiyatı mı?

ŞABAN AKBABA
12 Mayıs 2023

Çizim: Aygül Aydoğdu

“Çocukluğu olmayan edebiyatın, sanatın büyüklüğü de olmaz! İnsanın da toplumun da…’’

“Bebeklik”ten sonra gelen, okul öncesi dönemi de kapsayan ve yaklaşık on beş yaşına kadar uzayan bir süreçtir çocukluk. Bu süreci çeşitli yaş gruplarına ayırarak kategorize etmektense masal dönemi (0-3 yaş), kişilik ipuçlarının oluşması (Piage’ye göre 3-6, İbn Sina’ya göre 4-7) yaş, en yaratıcı dönem (5-6 yaş) ve yaratıcılığın en yoğun sergilendiği dönem (13-15 yaş) gibi içeriksel/niteliksel bakış açısıyla yapılan değerlendirmelere katılmak daha akla yatkın görünüyor.

Kısacası insanın “çocukluk” diye adlandırılan özellikli bir döneminin olduğu somut bir gerçeklik. O dönemin insanına “çocuk”; çocuğa görelik ilkesine uygun yazılmış, kendine özgü dilinin, biçeminin olduğu edebiyata da “çocuk edebiyatı” denmektedir.

Konuyla ilgili süregelen tartışmaların bir yanında çocuk edebiyatı diye bir sanat dalının olmadığını, diğer yanında kendine özgü ve bağımsız bir sanat dalı oluğunu, ortadaysa çocuk edebiyatının sınırları, Çehov’un deyişiyle “dozu” ayarlanması gereken bir edebiyat türü olduğunu ileri sürenler var.

Konuyla ilgili çeşitli savlar var. Birkaç örnek vermek gerekirse Cemal Süreya, çocuk edebiyatı diye bir türün olduğunu kabul etmez. Fazıl Hüsnü Dağlarca, “çocuk edebiyatı” diye sınırları belli bir türün varlığını kabullenir, Çehov ise edebiyatın ortak ilkelerine değindikten sonra “Dozlar değişir yalnızca.” der. Tacim Çiçek, “Bize düşen ayakları yere basan, insanın burnunun direğini sızlatan veya düş dünyasını besleyen çocuk kitapları oluşturmamız; özgünlüğü, zenginliği, içeriği ve onların dünyalarına göreliği göz ardı etmememizdir.” diyerek çocuk edebiyatını, var mı yok mu tartışmak yerine ilkelerine göre üretilmesi gerektiğini söylüyor.

Temel özelliklerine gelince çocukça değil ama çocuğa göre bir edebiyat/ sanat dalıdır. Biçim bakımından beş duyuya seslenebilir, beş duyuyla izlenebilir niteliktedir. Göze hoş görünür, kulağı tırmalayıcı değildir. Oyma, kabartma v.b özellikleri nedeniyle dokunulduğunda etkisi ve anlamı varsıllaşır. Güzel kokar ve hatta bir adım daha ileri giderek söylemek gerekirse güzel bir tadı da var. Öz olarak nahiftir, samimidir, açık seçik ve tam anlamıyla didaktik değilse bile biraz da öğreticidir. Biçem olarak da “çocuğa görelilik,” “çocuk gerçekliği” ve “çocuk düşüncesi” ilkelerinin gerektirdiği özelliklere yani tıpkı çocuğun doğası gibi edebiyatı da özgür, özgün ve estetik (sanatsal) özelliklere sahiptir.

Biraz daha açmak gerekirse… Çocuk edebiyatının bir sanat dalı olarak kabul edilebilmesi için şu özellikleri taşıması gerekir:

Dili çocuk diline yakın ve yalın olmalı. Anlatımı açık, seçik, duru, akıcı, kısa; olabildiğince düz ve noktalama imleri doğru kullanılmış tümcelerden oluşmalı.

Kurgusu sağlam, dokusu sıkı olmalı.

Yanlış ya da yoğun imge yükü taşımamalı, sözcük dağarcığını geliştirmeli.

Irk, din, dil, cins ayrımcılığı yapmamalı.

Çocukları insan yerine koyan bir anlayışa sahip olmalı.

Konu, izlek, olay, olgu ve diyalogların yaşamla bağı doğrudan ya da dolaylı da olsa sıkı kurulmuş olmalı.

Çocuğun hayal dünyasını varsıllaştırmalı ama deolojik olmamalı. Kahramanlığa özendirmemeli. Aşırı ulusçuluğa, dini bağnazlığa ve kaderciliğe yönlendirmemeli.

Güzel duyguların oluşmasına katkı yapmalı, korkutmamalı, özgürlükçü olmalı.

Sanat değeri yüksek olmalı.

Bütün bir yaşamımız çocukluğumuzdan ibarettir. Hemen hemen herkesin kendini bir biçimde içinde bulacağı bu gerçeklikten yola çıkıldığında çocuk edebiyatının aynı zamanda bir sanat olarak önemi daha iyi kavranmış olur. Çocuğun dil ve anlatım gelişimi konusundaki en etkili araç başlangıçta masal, tekerleme gibi sözlü verimler; daha sonra da masal, öykü, şiir, deneme, roman v.b kitaplardır. Nitekim “Yetişkinlerin sahip olabilecekleri dil gelişiminin % 60’ı, sekiz yaşın sonuna kadar oluşuyor.” diyor Nevzat Süer Sezgin. Algılama, konuşma, yorumlama, kıyaslama, çözümleme ve bireşim yapabilme, iletişim kurabilme ve sağlıklı biçimde sürdürebilme yeteneğinin gelişmesi için de birincil araç bu kitaplardır. Ayrıca çocuğun kişilik gelişimi, özgüven ve sağlıklı bir psikososyal altyapıya sahip olabilmesi, karşılaştığı sorunları çözebilmesi bağlamında da bu sanat yapıtlarının rolü yadsınamaz.

Çağdaş çocuk edebiyatının hızla gelişen yeni bir dalı var ki oldukça önemli: Fantastik kurgu. Bilimin gelişmesi, bilinmeyenlerin bilinenlerden çok daha fazla olduğu bilincini doğurmuştur. Sorunun burasında fantastik kurgu (bilikurgu) devreye girer ve bilinebileceklere kapı aralar; böylece hem insan zihninin hem de bilimsel gelişmelerin, bugün metafizik tarafından üstü kapatılmaya çalışılan, asla bilinemez diye dayatılanların, mutlaka bilineceğini gösterir.

Öte yandan, insanın insan olabilmesine en büyük katkının sanattan geldiği tartışmasız bir doğrudur. Çünkü sanat sanatçının duygu yanından doğar, sanat tüketicisinin de duygularına seslenir ve onu etkiler. Duygular köken itibariyle kıskançlık, kin, öfke, nefret vb. gibi kaba ve yabanıldır. Sanat ise estetik (güzellik) bilimiyle ilgili olduğu için güzellik üretir, güzelliğe hizmet eder. Bu durumda sanatın; yabanıl olanı eğitmek, onu ehlileştirmek ve böylece onun yerine sevgi, saygı, barış, dostluk, kardeşlik, hoşgörü, uzlaşma vb. güzel değerleri yerleştirmek gibi bir işlevinin olduğu söylenebilir. Onun bu işlevini göz önüne alarak baktığımızda çocuk için edebiyat sanatının önemi ve değeri daha da artmaktadır. Duygu farkındalığı eğitiminin en temel aracının sanat yapıtları olduğunu da yeri gelmişken anımsatmalıyım.

Demek ki çocuk edebiyatı ve/ya çocuklar için edebiyat, aynı zamanda çocukların iyiden, güzelden, doğrudan, sevgiden, barıştan vb. güzel değerlerden yana sezgileri aracılığıyla dolaylı da olsa eğitilmesine katkı yapan, etkin bir sanat dalıdır.

Damla kendini tamamladığında damlar. Ancak damlanın yani çocuğun kendini tamamlayabilmesi ve giderek üretebilmesi, kültürel dengeli beslenmesiyle yakından ilgilidir. Bunun için yalnızca iki temel besine gereksinme var: bilim ve sanat.

İnsan denen varlığın “gerçek insan” olabilmesi için anne karnından başlayarak yaşamı boyunca bilimsel ve sanatsal verilerden eşit biçimde beslenmesi gerekir.