24 Temmuz 2023
“Neden yazıyorsun ve yarı delilerin, takıntılıların yaptığını düşündüğün bir mesleği neden sürdürüyorsun diye sorabilirsiniz. Yazıyorum çünkü kargaşa olarak tanımladığım evrende en anlamlı şeyin yine de yazı olduğuna inanıyorum.”
Nihat Kopuz’un O Yazar Muhtemelen Benim adını verdiği kitapta dokuz öykü yer alıyor. Bu öykülerden üçünün ana kahramanları yazarlar. Kopuz’un yarattığı bu yazarlar okurlara yazmak ya da okumak üzerine neler söylüyor? Kitaba adını veren cümlede geçen olması muhtemel yazar kimdir?
Belinde Tabancası Olan Adam ve Arkadaşları adlı öyküde karşımıza yazı yazmak için kiraladığı ofisten eve dönmek üzere gece yarısı ayrılan bir yazar çıkar. Belinde tabancası olan bir adam, önünü kesip onu tehdit ederek siyah bir Chevrolete binmeye zorlar. Arabanın ön koltuklarında iki kişi daha vardır. Araba iki saat süren bir yolculuktan sonra bir ormana ulaşır. Ağaçların arasında bir kulübeden içeri girerler. Yazar, güzel döşenmiş bir salonda bulur kendini, ikram edilen viskiyi yudumlar.
Aralarında geçen konuşmalar; belinde tabancası olan, arabayı kullanan ve viskisini dolduran adamın yazardan rahatsız olduklarını ortaya koyar. Onun Doğu masalları üzerinden uyarlama yaparak yazdığı romanı “çalıntı” olarak görürler. Yazdıklarında küfürler vardır. Yazarın kabahatleri bini aşmıştır. Asılması gerekir. Gözdağı verilir. “Bir daha öyle kitaplar yazma.” Ona ne yapacağını anlatacaklardır. İşi yazarı tokatlamaya, yumruklamaya kadar vardırırlar. Bunlarla da kalmazlar. Sıra çok suçu olan yazarın paralarını almaya gelir. Üstelik ellerine geçecek para hiç fena değildir: aşağı yukarı on milyon. Adamlar oldukça profesyoneldir. Pasaportları hazırdır. İzlerini kaybettireceklerdir. Yitirdiği yüz binlerce lirayı sorun olarak görmeyen yazar, toparlanmasının zor olmayacağını bilir.
Okur, bu yazarın öncelikle şanslı olduğunu düşünecektir. Öyküde onun yazı yazmanın dışında geçimini sağlamak için başka bir işle uğraştığına ilişkin bir açıklama yoktur. Üstelik yazı yazmak için bir ofis kiralama ve orada çalışma olanağına da sahiptir. Yazdıklarından iyi para kazanıyor olmalı ki kaybettiği yüzbinlerce lirayı sorun olarak görmez. Hırpalayarak ve paralarına el koyarak onu cezalandıran adamlar, ona sonrasında ne yapacağına ilişkin açıklamalarda bulunsa da yazarın bunları ne kadar dikkate alacağı belli değildir. Bir daha yazmaması istenen “öyle kitaplar”ın içeriği ve akibeti okura bırakılıyor. Öykü, yazarların üzerindeki baskılara dikkat çekse de bunun içinde bulundukları ekonomik rahatlıkla çeliştiği düşünülebilir.
Suya sabuna dokunmak ya da dokunmamak mıdır bütün mesele?
Yaşanmamış Maceralar’da okur, 92 yaşındaki Kadir dedeyle tanışır. Kadir dede askerdir. Yüzbaşıdır ancak yeni tanıştığı insanlara generalliğe kadar yükseldiğini anlatır. Ölen arkadaşlarının adlarını saman kağıtlarına yazıp alt kısmına da onlar hakkında hikayeler anlatma alışkanlığı edinir. Bunları yayımlatayım, arkamda bir şeyler bırakmış olurum düşüncesine kapılır. Hikayesi olmayan adamlar bile arkalarında yazılar bırakıyordur. O neler neler yaşamıştır! General olmak kolay mıdır? İsmet Paşa’yla (İnönü) bile derin anıları vardır.
Kadir dede, düşüncelerini torunu Hilmi’yle paylaşır. Bir hafta harıl harıl çalıştıktan sonra ondan çalışmasını daktilo etmesini ister. Torun, dedesinin anlattıklarının tamamına yakınının uydurma olduğunu bildiği için ne yapabileceğini, buna nasıl engel olabileceğini düşünür. Onun arkasında yalanlarla dolu bir kitap bırakmasını istemez. Dedesinin bulduğu yayıncıyı durumdan haberdar edip onu bu işten vazgeçirmeyi planlar ancak yayıncı oralı olmaz. Anlatılanların sorumluluğu yazarın kendisine aittir. Torunu anlaşmanın iptalini isteyemeyeceği gibi anlatılanların yalan olduğuna dair kanıt sunmak zorundadır.
Yayınevinin bir çalışanı, torun Hilmi’ye bütün kitapları satın almasını önerir. Bu öneri Hilmi’nin aklına yatar. Basılan 1000 kitabın 739’unu toplar. Kitaplardan 100’ü de dedesindedir. Kalan yalnızca 161 kitaptır. Ancak Hilmi’nin planı beklemediği bir sonuca yol açar. Yayınevi sahibi, kitabın inanılmaz bir ilgiyle karşılandığını düşünerek 2. baskıya hazırlanmaktadır. Kitabın çok satar olma ihtimali söz konusudur. Ardından 3. 4. baskılar gelir. Gazeteciler, ulusal kanallar Kadir dedenin ardına düşmüştür artık. Hesabına yarım milyona yakın para yatırılır.
Okur, arkasında bir şeyler bırakma düşüncesiyle kaleme sarılan Kadir dedeyi ve onun yalanlarla dolu bir kitap bırakmasını istemeyen torun Hilmi’yi anlayacaktır ancak ortada uzun bir çalışmanın ve emeğin sonunda (Kadir dedeye bir hafta harıl harıl çalışmak yetmiştir.) yazılan, yazınsal değere sahip bir kitap olmadığı halde kitabın çok satar olma ihtimalini nasıl karşılayacaktır? Üstelik bu, beraberinde ünü ve parayı da getirecektir.
Yapıtın yazınsal bir değere sahip olup olmaması mıdır bütün mesele?
Yapay Çağda Bir Münzevi’de okur,ülkenin en itibarlı edebiyat ödüllerinden birine değer görülen Hakan Bey’le tanışır. Onun müracaatı olmasa da son yıllarda yayımlanan romanlardan birine bu ödülü veren kurul, Yapay Çağda Bir Münzevi’yi seçmiştir. Genç yaşta böyle bir ödüle değer görülmek, çok büyük kaleler fethedeceğinin göstergesi olarak görülse de Hakan Bey, bunu pek önemsemez. Kaleler fethetmek gibi bir niyeti olmadığı gibi başarının da yaşla ilgisi olduğunu düşünmez. Ödül törenine giderken bir konuşma metni hazırlamaz. Doğaçlama, kısa bir konuşma yapacaktır.
Sahnede dile getirdiği düşüncelere kulak verelim. “Bence bir masada oturup saatlerce yazmak ve okumak yetenekten ziyade farklı bir zeka türü. Elbette bu denli karamsar ve bireysel bir yaşamı tercih etmenin psikolojik tarafları da vardır. Öyleyse neden yazıyorsun ve yarı delilerin, takıntılıların yaptığını düşündüğün bir mesleği neden sürdürüyorsun diye sorabilirsiniz. Yazıyorum çünkü kargaşa olarak tanımladığım evrende en anlamlı şeyin yine de yazı olduğuna inanıyorum.”
Edebiyatın dünyayı kurtaracağı bir günün geleceğine inanmaz. Bu kitabı da “edebiyat dünyayı kurtarsın diye değil, edebiyat dünyayı kurtarageldiğinden” yazmıştır.
Orada tanıştığı 82 yaşındaki bir yazar, ona anlattıklarına gerçekten inanıp inanmadığını sorar. “İçten ve inanarak konuştum. Şu an aynı şeylere belki o ölçüde inanmıyorum ama orada, o sahnede söylediklerim o zaman diliminde inandığım şeylerdi. Düşünceler uydurmadır sonuçta, değil mi? Yazı da öyle. Belki de hayatın kendisi de, değil mi?”
Yaşlı yazarın bu soruya verecek yanıtı yoktur çünkü o artık derin dertlerle ilgilemek yerine köşesine çekilip viski içmeyi yeğlemektedir. Genç yazar karşısında hayata karşı pes etme hali içinde üzgün bir yüz görür.
Edebiyatın dünyayı kurtarageldiğine inanmaktan hayat karşısında pes etmeye uzanan yolda karşılaşan iki yazar, okura ne söyleyecektir? Yazmak, evrende en anlamlı kabul edilen eylem de olsa çağın bile yapaylaştığı bir zamanda yazar, insanlardan kaçarak tek başına yaşamayı mı yeğleyecektir?
Pes etmek ya da etmemek midir bütün mesele?
Bu durumda kitaba adını veren cümlede geçen (O Yazar Muhtemelen Benim) olması muhtemel yazar kimdir? Sanırız hiçbiri. Yazarlar ve kitaplar adına söylenenler, umut edilenleri gölgeleseydi dünya onu kurtaragelen edebiyattan yoksun kalırdı.
.
Sevda Müjgan’dan Kitaplar Üzerine
Mario Levi’den Bir Başyapıt: Yanlış Tercihler Mahallesi (28 Temmuz 2024)
İki Kadın, İki Aşk (28 Mayıs 2024)
Psikolojik Bir Şiir: Deniz Feneri (16 Mart 2024)
Emekli İlkokul Öğretmeni Tomris Vural’ın İlk Romanı: MANDAL (1 Mart 2024)
Yarım Kalp (20 Aralık 2023)
Roman Kahramanı Olarak Genç Bir Akademisyen (23 Ağustos 2023)