Fosforlu Cevriye

30 Mayıs 2023

AYGÜL AYDOĞDU

“Suat Derviş, sevmediği bir adamla evlenmektense sokaklarda yaşamayı tercih eden Cevriye’nin kişiliğinde iki yüzlü, sevgisiz, isteksiz kurulan ailenin karşısına aşkı koyar.”

Çoğu insanın Fosforlu Cevriye’yi film sandığını biliyorum. Yanlış değil. Film ama aynı adlı romandan uyarlanmış bir film. Kitabın yazarı ilk kadın gazeteci, ilk basın sendikasının beş kurucusundan biri ve ilk başkanı, Devrimci Kadınlar Birliği’nin kurucusu, Avrupa’ya muhabir olarak giden ilk kadın gazeteci kısacası ilklerin kadını Suat Derviş.

Fosforlu Cevriye ilk olarak 1944-45 yılları arasında gazete dizisi olarak yayımlanmış, daha sonra Aralık 1968’de May Yayınları tarafından roman olarak basılmıştır.

Kitabın çıkış noktasının Suat Derviş’in eşi Fuat Baraner’in yaşadığı benzer olaylar olduğu söylenir.

1940’ta polis tarafından arandığı için bir gecekonduda saklanan Fuat Baraner, sokağa çıktığı nadir gecelerin birinde kaldırımda baygın halde yatan bir kadın bulur. Kadın ateşler içinde yanmaktadır. Fuat Baraner kadını saklandığı eve götürmek zorunda kalır. İyileşinceye kadar ona bakar. Kadın, iyileştikten sonra da kitapta olduğu gibi Baraner’in evine gidip gelmeye başlar. Kimliğinin ortaya çıkmasından korkan Baraner ev değiştirmek zorunda kalır. Fuat Baraner yaşadığı bu olayı karısıyla paylaşır.  

Suat Derviş’in Fosforlu Cevriye adlı romanı dört bölümden oluşur. Her bölümün adı Fosforlu Cevriye türküsünün ilk dizeleridir.

Karakolda Ayna Var
Kız Kolunda Damga Var
Gözlerinden Bellidir
Sende Kara Sevda Var

Romanın ana karakteri Fosforlu Cevriye anne ve babasını tanımayan, yıldızlardan denize düştüğüne safça inanan, sokaklarda ve köprü altlarında yaşayan, hayatını bedenini satarak kazanan bir sokak kadınıdır. Gizli paketler taşıyan, okuyup yazan, polisten kaçan adı bilinmeyen gizemli bir adama aşık olmuştur. Belli ki adamın siyasi bir kimliği vardır. Bu adam ondan yararlanmaya kalkmayan tek kişidir. Cevriye’nin deyimiyle ona “sanki bayanmış gibi” davranır. Suat Derviş bu sevgiliye bir ad vermediği gibi karakterini de oldukça belirsiz bırakır. Sanki bir kişiyi değil de bir siyasi kimliği karakterize eder. 

Cevriye İstanbul’u avcunun içi gibi bilir. Şehrin izbeleri, çukurları, karanlıkları, fare delikleri, kapı eşikleri, arka sokakları ezberindedir. Elbette bu izbelerin, arka sokakların egemeni erkeklerdir. Dolayısıyla buralarda yaşayabilmesi için Cevriye’nin erkekleşmesi, kendine yabancılaşması gerekir. Sevdiği adamın, “Polisin buraya gelmesini istemiyorum.” demesi üzerine “Ben onu çoktan çaktım abi! Bir tek aynasızı peşime takıp getirirsem bıyıkları tıraş ederim.” der.  

Ancak bu denli erkekleşmiş görünen  Cevriye, ona “siz” diyen sevdiğinin yanında değişir, dönüşür. O artık gerçek bir kadındır, üstelik aşkı tatmış bir kadın.

Suat Derviş, sevmediği bir adamla evlenmektense sokaklarda yaşamayı tercih eden Cevriye’nin kişiliğinde iki yüzlü, sevgisiz, isteksiz kurulan ailenin karşısına aşkı koyar. Aksi halde sokaklarda yaşamak daha namuslucadır. Ayrıca yazar, gelişen olaylar ışığında dönemine göre oldukça cesur ve çağdaş bir namus sorgulamasına da genişçe yer açar romanında.

Kitapta dönemin siyasi, kültürel ve ekonomik yapısına da eleştirel bir bakış açısıyla ışık tutulduğunu görürüz. Şaşkaloz Sara “hello”, “havaryu” çakmaya başlamış, celebin adı canlı hayvan taciri olmuş, o da giderken “bay bay” demeye başlamıştır. Görülüyor ki Osmanlı’nın Avrupa hayranlığı yerini Amerika hayranlığına bırakmış, Fransızca’nın yerini İngilizce almış ve Sümbül Dudu’nun eline sıkıştırılan yeşil Amerikan dolarları ülkenin gözlerini kamaştırmaya başlamıştır.

İstanbul’un arka sokaklarında Ermenisi, Rumu, Kürdü, Lazı, Yahudisi hep birlikte yaşar ve gerektiğinde birbirine kol kanat gerer. Suat Derviş  romanına dahil ettiği bu kültür çeşitliliği ile bize dönemin demografik yapısı hakkında da bilgi vermekten geri durmaz.

Kısacası çok yönlü, insana ait tüm duyguları içinde barındıran, sıcak, içten, film tadında bir roman Fosforlu Cevriye.

.